Mayıs 01, 2012

Sıfatsız 1 Gün

   Hani olur ya, beyniniz uyanmıştır fakat siz tüm çabanıza rağmen bedeninizi yerinden kaldıramazsınız. Sağa dönsen olmaz, sol desen çok uzak kalır… İşte yine böyle bir günün başlangıcındaydım. Gerçi uyandığım saate pek başlangıç denilmez ya neyse…
   Rahat yatağımda yanıma iki yakışıklı almış misali sarıldığım, başımın altındakiyle birlikte toplamda üç eden yastıklarım ve ben mışıl mışıl uyuyorduk. Hatta öyle uyuyoruz ki, fiil halindeki “uyumak” sözcüğü yanımızda tüy kadar hafif kalır. “Öldüm mü acaba, cennette miyim? Yok lan ben cennete gidemem kesin” diye rüyamda kendimle tartışırken içeriden gelen sesleri duyuyor, fakat ne olduğuna anlam veremediğim için uyumaya devam ediyordum ya da uyuduğumu zannediyordum. Birkaç dakika daha bu şekilde devam ettikten sonra ayılmayı nihayet başarabildim. Fakat bu sefer de yastıktaki başım o kadar ağır geliyordu ki, ytong diye tabir ettiğimiz tuğla bile yanımda hafif kalır. Neyse en azından uyanmayı becerebildim diyerek yine bu hale gelmeme sebep olan geceyi hatırladım. “Bi daha içersem burnumdan çıksın, hatta geberiyim!” gibi tutamayacağım sözler veriyordum kendime ki, baskına uğramış bir şekilde aniden kapım açıldı ve odama üç tane birbirinden tipsiz hatun damladı. Zaten bende şans olsa odamı basan akşamdan kalma üç kız yerine, bir adet de olsa biscolata erkeği olurdu. “Neyse!” diyerek dertlerinin ne olduğunu soracaktım ki, “Kalk kızım Polonezköy’e gidiyoruz!” cevabıyla bir önceki gece doğumgünü olan ablam soramadığım sorumu çoktan cevaplamış oldu.. “Ne Polonezköy’ü abla, aklınız suya mı düştü? Yok Polonezköy dediğinize göre ormana kaçmış! Yatın uyuyun lan manyak mısınız?” diyerek “Günaydın” diyemeden yine türlü küfürlerle güne başlamıştım. Şaka yapıyor olmalıydılar. Evet evet kesin şaka, hemen uyanıyım diye böyle söylüyorlar, gibi şüpheli bakışlarımla suçlarını hafifletiyordum ki, “Hadi kızım Yiit’ler aradı yarım saate geliyorlar” diyen Tuuce gerçeği bir tokat gibi suratımın orta yerine yapıştırmıştı. “Ciddisin sen” gibi salakça bir soruyla tahammül sınırlarımın kalmadığını farkederek “Ya deli misiniz, bi gidin başımdan ben uyuycam! Siz gidin inek otlatın, yok yada öküz kovalayın ne biliyim takılın kendi aranızda yeterki beni rahat bırakın!” diyerek önüme geleni söylüyordum, ta ki elinde sürahiyle kapının önünde dikilen ablamı farkedene kadar. “Abladır o, saygım sonsuz” diyerek tüm mertliğimi bir kenara bırakıp yatağımdan kuzular gibi ayrıldım. Hazırlanmak için yarım saatim hatta direndiğim için o kadar bile kalmamıştı. Fazla düşünmeden elime attığım ilk kıyafeti üzerime geçirdikten sonra Polonezköy’ün yolunu tuttuk. (Bu arada ablam ve diğer kız arkadaşımız tarafından ekildik, onu söylemiyorum bile.)
   Kafamın kazan gibi, karnımın da inanılmaz derece aç olduğunu hesaba katarsak yol boyunca içinde bulunduğum durumu tarif etmeme gerek kalmaz sanırım. Yarısını içimden, bir diğer yarısını da sonunu düşünmeden ettiğim küfürlerimle nihayetinde “kendin pişir kendin ye” mantığı olan bir yere geldik. Toplamda 6 kişi 5 kilo et söyledikten sonra “oldu olacak sığır kesseydik” diyerek yanına da bira söyledik. “Çivi çiviyi söker” mantığıyla hareket eden bir arkadaş grubumun var olduğunu sayarsak yine kafamızın güzel olması kaçınılmaz bir son olacaktı ki, nitekim de öyle oldu. Tek dua ettiğim konu, yanlış bir karar verip rakı içmememiz oldu ki, bir kereliğine mahsus olarak da olsa doğru karar verebilmiştik. Bir yandan karnımızı doyuyor diğer yandan da biramızı yudumlayıp, Pazar gününün keyfini çıkarıyorduk. Birkaç saat bu halde muhabbet ettikten sonra, tabi hal ve durum değiştikçe “Polonezköy’e geldik yürüyüş yapmadan olmaz!” gibi parlak fikirlerin çıkması kaçınılmaz oluyor ki daha söylemeden uygulamaya geçmiştik...
   Bundan sonrasını açıkçası ben yazmaya cesaret edemiyorum fotoğrafları koydum gerisini siz düşünün. Sonuç; sağ salim eve dönebildik… 



Adını çıkmaz sokaklara veren arkadaşımız



Karaca-Geyik üretme istasyonudur, fakat öyle bir yer yok!




Doğayla dost olmak böyle bir şey...

Pardon 6 kişi değil 7 kişiydik

Stella'nın pansiyonunu bulamadık muhtemelen periliydi.
Gün sonunda doğum günü kutlamayı ihmal etmedik tabi...



7 yorum:

  1. kötü başlayan günün, eğlenceli bitmiş anladığım kadarıyla. :)biscolata erkeğinin seni uyandıracağı gün de yakındır inşallah amin. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Günün sonunda sürünsem de eğlenceliydi :) biscolata erkeğine gelince, bana uğramaz yawrumm ama allahtan da umut kesilmez asdfghj

      Sil
  2. En zor şey başlangıcı yapabilmek ve bitişten sonra o eve bir an önce kendimi atayım zerzenişi. Biscolata erkeği olayları komik geliyor bana kime sorduysam gerçek hayatta olsun ama fazla olmasın diyorlar. Az yaptığın kasa bile çok diyorlar. Şimdi gel de devam et.

    YanıtlaSil
  3. 'Biscolata' artık tabir bakımından hepimizin diline yapıştı, aslında biz bayanlar biscolata'nın sadece 'bisco' kadar kısmı olsa yeter diyoruz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaten genel de Türk insanı ABD'li fast food canavarları kadar şişman ve güçsüz sayılmaz. Genelde fit insanlardır en azından.

      Sil
    2. Evet, 'en azından' kısmına katılıyorum.
      Arkadan yokmuş gibi görünen yan dönünce önünde sadece ufak bir balkon çıkıntısı olan nadir bir milletiz.

      Sil
    3. Hahaha ilerki yaşlarda kadında da, erkekte de oluyor.
      Tabi önemli olan ihtiyarlamak değil yaşlanmak.
      Buna dikkat ediyorsa insan zaten onlar olmaz.
      Bizim insanımız resmen yaşamaktan bıkmış sorun orada başlıyor aslında.

      Sil