Şubat 21, 2013

Bir buçuk akıl rica edebilir miyim?

Yaptığım ve yapacak olduğum her şey için sadece "iyiki"lerim var benim. "Keşke şöyle yapsaydım" veya "yapmasaydım" dediğim hiçbir şey olmadı. Bazen ele avuca sığamıyorum, bu yüzden hiçbir şeye söz veremiyorum. Sabıkalıyım diyebilirim. Sabıkamın ihanetten de olduğu söylenir iyi niyetten de... Aksine "yapmasaydım" diyebileceklerime "iyi ki yapmışım" diyip pişmanlıklarımı yine tecrübeden sayıyorum. Çok akıllı değilim hatta saf denebilecek kadar iyi niyetliyim. İnsan olacak ve öleceğe çare bulamazmış ya, ben de bazen olacaklara çare bulamıyorum bu saflığımdan. Dedim ya, lanetliyim işte... Kah kızıyorum, kah gülüyorum fakat her defasında kendime yeni bir ben katıyorum, her defasında da imkansızı deniyorum. Kendime ben bile hükmedemezken gidip yine imkansızla ateşin üzerinden atlıyorum...
Şimdi diyorsunuz ki "ulan konuşuyorsun konuşuyorsun da bu yazının ana teması ne?", yok size tema falan ana fikir, düşünce, lisede kaldı onlar bebeim hatta orta okulda. Her söylediğim her yazdığım illa birine ya da bir yere yerleşmek zorunda değil ya. Deliyim ben sabıkalıyım güvenme bana. Hatta sadece bana değil babana bile güvenme. Ama çok merak ediyorsan şöyle bir gıcıklık yapabilirim; Olmaz olmaz deme kim bilir belki bir gün olur :) 

Şubat 04, 2013

Gamzedeyim Deva Bulmam

   Simsiyah boyadığım kahverengi gözlerimi ruh halimi tamamlayan melankolik havaya bürüdüm. Yakaları sarı metal düğme detaylı ceketimi sırtıma geçirip, Arnavut kaldırımlarında rahat yürüyebileceğim botlarımla beraber kapı dışarı ettim kendimi. Evet, bu gece şerefime içmek istiyordum, kendime bile itiraf edemediğim doğruların şerefine!
                                                             Gamzedeyim deva bulmam... (dinle)
   Dışarıdan baktığın zaman önünden dahi geçmeyeceğin apartmanımın süslü demir kapısını kapattıktan sonra Karaköy sokaklarında yürümeye başladım. İçmek istiyordum, tek başıma kör kütük sarhoş olana dek! Karaköy'den yukarı doğru ilerledim. Loş, karanlık sokaklar bana "hoşgeldin" diyordu adeta. "Bu sokakları gerçekten çok seviyorum", diye aklımdan geçirirken ellerim ceplerimde, soğuk havaya karşı yürümeye devam ettim. Aklım karışık, düşünceler beni alıp götürürken sokakta tek başıma olduğumun farkında bile değildim. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, sanki yasak elmaya dokunmuşum da Cennet'ten kovulmuşum gibi, suçlu ve çaresiz... "Olmaz, olmamalı" diye çok defa kendimi ikna etmek istedim fakat aşk bu, söz geçiremiyorsun ki kalbine. Uzaklaşmam lazım diyorum, olmuyor. Nasıl olur da uzaklaşırım? Yok, yok içmem lazım, hem de dibine kadar!
   Yağmur inceden yağıyor, kokusunu biraz daha içime çekmek için yüzümü yukarı kaldırıyorum. Siyaha boyadığım gözlerimden yanaklarıma doğru süzülen boyayı hissediyorum, yüzüm siyah olmuş kimin umurunda! Açıkçası temizlemeye hiç niyetim yok! Etraf ıssız, soğuk ve yalnızlık iyice bedenime dokunuyor. Yürüyorum, sokaklar boş! "Yanlış yolda mıyım?" diye düşünüyorum fakat Karaköy'ün neresinden yokuş yukarı çıkarsan çık gideceğin yer aynı! Arnavut kaldırımlarının üzerinde yol alırken biraz soluklanmak için köşedeki taşın üzerine oturuyorum. İnceden bir sigara tüttürürken itiraf edemediğim gerçeklerimle yüzleşme kararı alıyorum. "Olabilir, herkesin başına gelebilir" diyerek kendimi telkin etmeye çalışıyorum. Ufak bir titreme bedenimi sarıyor, "Ocak soğuğu nasıl olsa" diye geçiriyorum içimden. Ürperiyorum, fakat bu üşümekten çok farklı bir duygu. Acı kaplıyor yüreğimi adeta, "keskin soğuk" diyorum o da olmuyor, bu çok farklı! Tam ayağa kalkacakken, bedenim yere yığılıyor. Yine de ayağa kalkıyorum, bu sefer yerde uzanan bedenimi görüyorum. Karanlığın içinde metal bir yansıma, beni öldüren ucu kanlı bıçak havada duruyor. O gece itiraf edemediğim gerçeğimin şerefine içeceğim 3 kuruş param, telefonum ve bir paket sigaramı aldıktan sonra yüzünü seçemediğim yabancı, cesedimin yanından keyifle uzaklaşıyor. "Bu kadar kolay olmamalı" diyorum, insan hayatı bu kadar ucuz olamaz! Arkasından gitmek istiyorum fakat yerimden kımıldayamıyorum. Bir tek soru sormak istiyorum, saniyelere bağlı ömrümün sırtından vurulmuş tek sorusu, "Neden ben?"

   Her yaşadığımız kötü olaydan sonra "Neden ben?" diye çok kez soruyoruz kendimize, fakat düşünmediğimiz tek bir nokta var; acısını çektiğimiz her durum bizi biraz daha olgunlaştırmıyor mu? Eğer olgunlaştırıyorsa, deneyimlemekten neden korkuyoruz? Acı çekmekten mi korkuyoruz, yoksa hüsrana uğramaktan mı? Ya da ayıplanmaktan mı?