Şubat 04, 2013

Gamzedeyim Deva Bulmam

   Simsiyah boyadığım kahverengi gözlerimi ruh halimi tamamlayan melankolik havaya bürüdüm. Yakaları sarı metal düğme detaylı ceketimi sırtıma geçirip, Arnavut kaldırımlarında rahat yürüyebileceğim botlarımla beraber kapı dışarı ettim kendimi. Evet, bu gece şerefime içmek istiyordum, kendime bile itiraf edemediğim doğruların şerefine!
                                                             Gamzedeyim deva bulmam... (dinle)
   Dışarıdan baktığın zaman önünden dahi geçmeyeceğin apartmanımın süslü demir kapısını kapattıktan sonra Karaköy sokaklarında yürümeye başladım. İçmek istiyordum, tek başıma kör kütük sarhoş olana dek! Karaköy'den yukarı doğru ilerledim. Loş, karanlık sokaklar bana "hoşgeldin" diyordu adeta. "Bu sokakları gerçekten çok seviyorum", diye aklımdan geçirirken ellerim ceplerimde, soğuk havaya karşı yürümeye devam ettim. Aklım karışık, düşünceler beni alıp götürürken sokakta tek başıma olduğumun farkında bile değildim. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, sanki yasak elmaya dokunmuşum da Cennet'ten kovulmuşum gibi, suçlu ve çaresiz... "Olmaz, olmamalı" diye çok defa kendimi ikna etmek istedim fakat aşk bu, söz geçiremiyorsun ki kalbine. Uzaklaşmam lazım diyorum, olmuyor. Nasıl olur da uzaklaşırım? Yok, yok içmem lazım, hem de dibine kadar!
   Yağmur inceden yağıyor, kokusunu biraz daha içime çekmek için yüzümü yukarı kaldırıyorum. Siyaha boyadığım gözlerimden yanaklarıma doğru süzülen boyayı hissediyorum, yüzüm siyah olmuş kimin umurunda! Açıkçası temizlemeye hiç niyetim yok! Etraf ıssız, soğuk ve yalnızlık iyice bedenime dokunuyor. Yürüyorum, sokaklar boş! "Yanlış yolda mıyım?" diye düşünüyorum fakat Karaköy'ün neresinden yokuş yukarı çıkarsan çık gideceğin yer aynı! Arnavut kaldırımlarının üzerinde yol alırken biraz soluklanmak için köşedeki taşın üzerine oturuyorum. İnceden bir sigara tüttürürken itiraf edemediğim gerçeklerimle yüzleşme kararı alıyorum. "Olabilir, herkesin başına gelebilir" diyerek kendimi telkin etmeye çalışıyorum. Ufak bir titreme bedenimi sarıyor, "Ocak soğuğu nasıl olsa" diye geçiriyorum içimden. Ürperiyorum, fakat bu üşümekten çok farklı bir duygu. Acı kaplıyor yüreğimi adeta, "keskin soğuk" diyorum o da olmuyor, bu çok farklı! Tam ayağa kalkacakken, bedenim yere yığılıyor. Yine de ayağa kalkıyorum, bu sefer yerde uzanan bedenimi görüyorum. Karanlığın içinde metal bir yansıma, beni öldüren ucu kanlı bıçak havada duruyor. O gece itiraf edemediğim gerçeğimin şerefine içeceğim 3 kuruş param, telefonum ve bir paket sigaramı aldıktan sonra yüzünü seçemediğim yabancı, cesedimin yanından keyifle uzaklaşıyor. "Bu kadar kolay olmamalı" diyorum, insan hayatı bu kadar ucuz olamaz! Arkasından gitmek istiyorum fakat yerimden kımıldayamıyorum. Bir tek soru sormak istiyorum, saniyelere bağlı ömrümün sırtından vurulmuş tek sorusu, "Neden ben?"

   Her yaşadığımız kötü olaydan sonra "Neden ben?" diye çok kez soruyoruz kendimize, fakat düşünmediğimiz tek bir nokta var; acısını çektiğimiz her durum bizi biraz daha olgunlaştırmıyor mu? Eğer olgunlaştırıyorsa, deneyimlemekten neden korkuyoruz? Acı çekmekten mi korkuyoruz, yoksa hüsrana uğramaktan mı? Ya da ayıplanmaktan mı?


5 yorum:

  1. https://www.youtube.com/watch?v=fPVUa29kHu8 bu yazının sarkısı bu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hareketli ve karanlık bir parça, teşekkürler !

      Sil
  2. çok zaman geçmiş; geçti mi acısı?

    YanıtlaSil
  3. sonunda yazının bir iki paragraf daha okuyabilirdim dedim kendime. çünkü o soruların bir cevabı olmalıydı diye düşünüyorum. çünkü cevaplar içinizde itiraflar başlamışken devam etmeliydi.
    güzeldi tebrikler.

    YanıtlaSil