Şubat 12, 2016

Manhattan Vol.1

Manhattan’ın o ıssız ve bir o kadar da boğucu havasını daha fazla üzerimde hissetmemek için adımlarımı hızlandırdım... Evet, “a city that never sleeps” olayından hep farklıdır şehrin ‘Uptown’ yani üst kısmı dediğimiz tarafları... daha sessiz, daha sakin, tabirince daha huzurlu diyebileceğimiz bölümüdür. Ama ben, ne bileyim, sevmiyorum işte! Bir türlü ısınamadım gitti! Tuğçe burada oturmasa hayatta uğramam! Neyse, yine bin bir türlü lanetler okuyarak Lexington Caddesi üzerindeki trene doğru ilerledim. Tabi ilerlerken önüme gelen ilk Duane Reade’e uğrayıp bir bira almayı ihmal etmedim. 24 saat açık eczane/market mantığı, en sevdiğim! Burada sevip sayıp aldığım bira muhtemelen Budlight, ardından da Boston menşeili Samuel Adams olur. Seçeneklerimin arasında ikisi de vardı ve ben ikisine de kıyamayarak aldım. Allahım ben neden 18’mişim gibi gösteriyorum??? Kasadaki siyahi kadın yine kimliğimi sordu “Can I see your idcard ma’m?” Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum ama bu iş cidden canımı sıkmaya başladı. Neyse kimliğimi gösterince biraları poşete koyan siyahi kadına bıyık altı gülümsememi atarak kasadan ayrıldım. Kahretsin, 5inci treni almam için hala daha 1 büyük cadde yürümem gerekiyordu. Sevmiyorum seni Upper East Side, keşke ölsen:) Şaka bir yana, koskoca Manhattan şehrinin batı kısmından 3 hat geçerken doğu kısmından sadece tek hat geçiyor. Sabah ve akşamları oluşan kalabalığı siz düşünün, bizim metrobüsler yanında solda sıfır kalır :) gibi düşünceler içerisinde nihayetinde Manhattan’ın o tozlu ve fareli tren istasyonuna ulaştım. Saat neredeyse gece 12 olduğu için tren seferleri seyrekleşmiş, benim alacağım tren 20 dakika sonra ancak gelecekti. Evet, Upper East Side’a küfür etmek için yine güzel bir sebep bulmuştum kendime. Tövbe billah daha da gelmem Tuğçe’ye, o bana gelsin.. Benim evim gibisi var mı yahu! Apartmanımın altında en az 3 adet bar var, etrafını saymıyorum bile. Hem arkadaşlarım da çok kafa, biri Alman, diğeri Yahudi bir de ben Türk... ne kadar ironik değil mi? Ama biz geçmişe inat gül gibi yaşıyorduk işte. 6ıncı treni alıp her durakta duracağıma, 20 dakika bekler en ekspresinden 5’i alır evime giderim diye kendimle hem fikir olarak beklemeye başladım. Beklerken de aklıma Tuğçe’yle nasıl tanıştığımız hikayesi geldi, cidden komikti... Halloween zamanıydı çok iyi hatırlıyorum, New York’a daha yeni ayak basmıştım. Times Square’deki H&M mağazasında kuyrukta bekliyordum ve ardımda aynı şu konuşmaya kulak misafiri oldum
-               Yaa ben makyajımı nasıl yapıcam peki?
-               Gir şuradaki kabine, yap işte makyajını nolcak ki?
-               Yahu olur mu halloween makyajı bu en az yarım saat sürer...
Şimdi konuya dahil olsam mı olmasam mı bilemedim.. ama en az 2 aydır kendi toprağımdan biriyle muhattap olmadığımı düşününce kendimi tutamadım tabi. Her ne kadar “amaaaan ben dil öğrenmeye geldim Türklerle mi muhattap olucam yeaa!” desen de olmuyor. Bir yerde tıkanıyorsun, derdini tam anlatamıyorsun el aleme.... Kafan güzel oluyor, espri yapmak istiyorsun ama etrafına bir bakıyorsun kimse yok! Elin Amerikalısı mı anlayacak senin esprini, ya da Brezilyalısı mı, veyahut bilimum milleti mi... Yok anlamıyorlar, anlatamıyorsun derdini...... En iyisi ben arkamı döneyim de konuya bir el atayım dedim. (Bu arada arkamda ne gibi bir tiplerle karşılaşacağım hakkında en ufak bilgi kırıntısı dahi yok aklımda.)
-               Yaw gir yap makyajını işte, ha yarım saat durmuşsun ha 2 saat kimin umrunda! Belki Elizabethlere uğradın? Kim ne yapacak yani?????
diyerek kendimin ne kadar patavatsız olduğuna bir daha kanaat getirerek karşımda dehşet içinde duran iki göze ben de aynı şekilde bakıyordum.... Elizabeth ne laaaa! Bir süre sessiz bir biçimde adeta tüm mağaza bizi duymuşçasına kala kaldık... derken 3 kişi aynı anda avazımız çıktığı kadar kahkahaya boğulduk. İşte Tuğçe’yle de tanışmamız bu şekilde oldu. Bir daha da birbirimizi bırakmadık. Sen ne alaka git dünyanın diğer ucunda kasada dururken biriyle tanış ve o senin en güvendiğin insanlardan biri olsun?????? Cidden bu dünya çok enteresan bir yer! Diye anılar aklımı meşgul ederken, o tren istasyonunun gümbür gümbür çağlayan sesiyle kendime geldim. Ya ben ternlerine çok lanet ediyorum bu şehrin ama cidden ayrı bir sempatim de yok değil hani:) Neyse, önüme gelen ilk vagona bindim ama anlam veremediğim bir tuhaflık vardı içeride. Bütün vagonlar neredeyse kalabalık, ama bu vagonda ancak 3-5 kişi vardı ve onlarda paltolarıyla ağızlarını kapıyorlardı. Ne olduğuna henüz anlam veremeden kapılar kapandı. Evet, bir tuhaflık vardı ama ne? Dememe kalmadan burnuma ağır bir koku geldi, neredeyse kusacak gibi oldum.... bu öyle bir koku ki, anlatsam anlayamazsınız! Hani eminim leş kokusundan daha beter. Soluma döndüm bir baktım ikili kısımda bir evsiz kadın yatıyor. Başımdan aşağı adeta kaynar sular döküldü o an, çünkü en az 30 sokak bu vagonda seyahat etmek zorundaydım. Kadın öyle ki, kat ve kat giyinmiş abartmıyorum ayağında üst üste giydiği en az 30 çorap vardı! Bu acı duruma daha fazla kayıtsız kalamayarak ben de atkımı ağzıma götürdüm. Neyse ki mevsim kıştı ve kokuyu en az şekilde duyabilmem için yanımda bir nesne bulunuyordu... atkımın New York için ne kadar kutsal bir şey olduğunu düşünerek minimum düzeyde nefes almaya başladım. Hani bir savaş durumunda zorda kalsam ve nefes alamayacak olsam kesin kurtulurdum! Çünkü artık nefesimi terbiye etmiştim.... Fakat saniyeler adeta saat gibi geçiyordu ve ineceğim Astor Place’e en az 50 sokak vardı. Sabır Fulya dedim, sabır....

Not: Eğer yolunu bir gün New York’a düşerse ve metro kullanırsanız... ve bu metroda vagonlardan biri ıssızsa bilin ki orda bir evsiz kendine yer yapmıştır. Hiç bir güç de onu oradan çıkaramaz! Aşağılayamaz! Hor göremez! Ama siz siz olun böyle bir durumu fark ederseniz derhal o vagondan uzaklaşın...


To be continued....

Şubat 09, 2016

Aliler, Ayşeler ve El alemler

“Her şeyi bitirdik.. Gayet medeni bir şekilde konuşarak anlaştık. Olmuyordu, yapamıyorduk. Çabaladım. Elimden geleni ardıma koymadım. Ama bazı durumlar vardır ya, olmayınca olmuyor denen cinsten. Bu da öyle bir şey... seviyoruz ama anlaşamıyoruz. Hoş şimdi bana soracaksınız, seviyorsan neden anlaşamıyorsun diye. İnanın açıklayamam. Açıklasam da çok saçma dersiniz eminim. Yiğit, adına yakışır biçimde adam gibi adam diyebileceğim cinsten. Belki de bu kadar düzgün olması bana batıyordu. Aslında hoşuma gitmesi gereken şey, beni itiyor. Allah’ım ben senden daha ne istiyorum cidden merak ediyorum. Belamı arıyorum onun da farkındayım. Ama dile kolay 5 sene... şimdi durup düşünüyorum da koskoca 5 yılımı heba mı ettim yani? Yok hayır, etmedim. Eğer devam edersem edecektim. Üstelik karşımdakini de kandırarak. Bu haksızlığı başta kendim olmak üzere kimseye yapamazdım. Berk.. evet itiraf ediyorum, kafamı kurcalayan şey Berk. O yerinde duramamazlık, o ne idüğü belirsizlik, o gizemlilik beni çekiyordu  bu girdabın içine... Pişman olur muyum? Bilinmez... Hayatta her şey bir muamma değil mi zaten? Eğer korkarsak nasıl yaşarız bu dünyada? Korkma! Evet, dış sesim aynen böyle söylüyordu; Korkma! Korkularına ne kadar meydan okursan, o kadar varsın bu hayatta... ve o kadar yücelirsin insanların gözünde. Ben de aynen böyle yaptım. Yasak olan şeye dokundum. Pişman mıyım? Bilinmez... 5 senemi verdiğim kişiye bunu yapmamalıydım değil mi? Çünkü sırf “Aman insanlar ne der?” diye yaşıyordum değil mi ben. Aman Ayşe şunu demesin, aman böyle yaparsam Ali bana laf eder, aman ‘şöyle böyle’ derler bana diye diye 5 yılımı heba ettim. Neden? Çünkü Ayşeler, Aliler kızmasın diye... Peki ben? Ya ben ne oldum? Neden kimse beni sormuyor? Neden kimse beni düşünmüyor? Düşünmezler.. herkes kendi doğrularıyla vardır bu hayatta ve kimse senin doğrularını kabul etmez. Bu düşüncelerin hepsini bir kenara bırakıp o an içimden geleni yaşadım. Pişman mıyım? Bilinmez... Berk, her şeyiyle beni dünyasına çeken şahıs. Aslında korkmuyor da değilim. Çünkü Yiğit düz bir insandı.. sadece artısı eksisi, doğrusu ve yanlışı vardı. Ha bir de insanlardan çok etkileniyordu. Onun için arkadaşları ne diyorsa çok önemliydi. Bu da karşımdaki insanı gözümde iyice yerin dibine sokuyordu ama 5 yılın hatırına bir şey diyemiyordum. “İdare et!” diyordum kendime.. ama sabır taşı denen şey çatlıyormuş bir noktada, bilemedim. Yiğit’i bir kalemde sildim. Sildim derken, hiçbir açıklama yapmadan ilişkiyi bitirdim. Pişman mıyım? Bilinmez...
                  Bu kararsızlığımın üzerinden tamı tamına 5 yıl geçti. Yani hayatımdan toplamda 10 yıl. Pişman mıyım? Hayır! Evet hiç pişman değilim. Şu an Berkle de birlikte değilim. Çünkü onunla da bir ilişki yaşayamazdım. Ama şu an görüyorum ki Berk, Yiğit muammasından kurtulmam için bana Allah tarafından gönderilmiş biri. Berk olmasaydı Yiğit’ten kurtulamazdım. Yiğit’ten kurtulamasaydım muhtemelen hayatımın sonuna kadar mutsuz bir kadın olarak yaşayacaktım.”


                  Evet, bu aynen bu şekilde yaşanmış bir hikaye. Bunu yaşayan kişiye, “Berk’e gitmek seni hiç korkutmadı mı?” diye sorduğumda “Adem ile Havva yasak elmayı yerken hiç korktu mu?” diye bir soruyla karşılaştım. İşte o zaman anladım, gözü kara bir insan karar alınca sonuna kadar her şeyi feda ediyormuş. Pişman oluyor mu? Bilinmez.. Pişmanlık, kişinin kendi iç dünyasıyla alakalı. Bir insan pişman oluyorsa, zaten güçlü bir karaktere sahip değildir benim gözümde. Çünkü aldığı kararların sonucuna katlanamaz. Bu kararlarla baş edemez. Bu yüzden zayıftır. Korku filmlerinde gördüğümüz gibi ilk ölen kişidir. Alilerle, Ayşelerle uğraşır. Ve bu kişi ne yazık ki ömrünün sonuna kadar onlarla uğraşacaktır. Onlar ne diyorsa ona göre yaşayacaktır ve çocuklarını da “el alem ne der” diye büyütecektir. Evet, Türk toplumu olarak ne yazık ki mahalle baskısıyla yetişmiş insanlarız. Fakat sonuç olarak artık 21.yy dünyasında yaşıyoruz. Bir nebze de olsa artık kendimize vakit ayırmamız gerekmez mi? Neden birey olarak önemli değiliz insanların gözünde? Neden bizi başkalarıyla aynı cümle içine koyup yükleme çeviriyorlar? Neden başkalarının yanında deli gibi sarhoş olana kadar içemiyoruz? Çünkü el alem ne der değil mi? El alem ve size mutluluklar diliyorum. Ben bu oyunda yokum!

Şubat 07, 2016

Ayşen Gibi Olun :)

Artık içimde hiçbir şey kalmadığına göre aklıma gelen her türlü şeyi sana söyleyebilirim...
Bundan bilmem kaç sene önceydi hayatıma giremeyişin... hayatıma giremedin ama sıçtın batırdın geçtin. Hayır düşünüyorum da neyine aşık oldum ben senin. Bana ne yaptın da ben böyle aptallaştım. Sana aşık oldum diyemem, seni sevdim de diyemem. Bunlar çok büyük sözler kalır sana karşı hissettiklerim için. Belki tutuklu kaldım. Ama insan aşık olmadan tutuklu kalabilir mi ki? O zaman ben sende tutuklu da kalmadım. Peki neydi bendeki? Neydi sana karşı hissettiklerim? Hala cevabını bulamıyorum. Ama 2 sene sürdüyse içimdeki şeyler sanırım aşıklıktı hissettiklerim. Ama aşık olmak nedir bilmiyordum ki... aşkın tanımını hiç yapmadım hayatımda. Ben sadece karşılık bulunamayan hisleri aşk olarak tanımlıyorum. Yani hep öyle geldi başıma. Şanssız mıyım ben acaba? Ya da şanslı mıyım? Tartışılır... Şanslıyım, çünkü bedenimi ruhumu çok güzel terbiye ettim. Şanssızım, çünkü artık bir kalbim yok. Bana gelip hayatıma giremeyen herkes aldı götürdü bir parça benden. Nasıl doğru kelimeyi bulacağımı bilmiyorum ama ben hepsine fazla geldim. Fazlalığım neydi onu da bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim ki siz güçsüz karakterlerden hoşlanıyorsunuz. Çünkü erkeklik dediğin birinin üzerinde hakimiyet kurmaktan geçer değil mi? Düşün bakalım erkek milleti, şimdi yanında olanı hangi kadına tercih ettin?
                  Yorgun olan yüzümü belki ayılırım diye soğuk suya iyice çarparak yıkadım. Kirli sakalımın beni biraz kaşındırdığını fark ettim. “acaba kessem mi?” diye düşünerek tıraş makinemin olduğu dolap kapağını açtım. Tam elime alacakken Selin’in kirli sakallarımdan ne kadar hoşlandığını fark ettim. Sanırım ince dudaklarım hiç hoşuna gitmiyordu. Elimi kapaktan geri çektim. Havluyla yüzümün ıslaklığını sildim ve aynaya tekrar baktım. Ayşen geldi aklıma. Kirli sakalımın, koyu kumral olduğum ve kemikli bir yüz hattına sahip olduğum için beni ‘Orman Kaçkınlarına’ benzettiğini söylemişti. Tekrar elime makineyi aldım. Allahım ne zor karardı!
                  Hayatında kaç kez bu ikilemde kaldın sen? Eğer bir kez kaldıysan o da bana mı denk geldi? Neyse neyse seni suçlamıyorum, ne de olsa doğanda var değil mi?
                  Hiçbir şey yapmamak en iyisiydi. Sakalımı kesmekten vazgeçip salona geçtim. Geçerken de dolaptan bir bira almayı ihmal etmedim. Telefonum nerede derken sağ yanımdan mesaj sesi geldi. Elime aldım, Selin.. Evet, Selin... beni hep arayan Selin. Onu sallamadığım zaman bile beni arayan Selin. Yine egomun ne kadar yüce olduğunu düşünerek mesajı okudum. “akşam bana gelsene?” Tabi ya, Selin.. O yasak elmayı koparmamda bana yardımcı olan, bütün yükümü hafifleten kadın! Peki ya Ayşen? Ayşen ne olacak? O da aklımdan çıkmıyor. Ama ne yazık ki beni aramıyor. Bip, mesaj Ayşen.. “Akşam planın var mı?”         
                  Evet erkek milleti, sizin için tehlike çanları çalmaya başladı değil mi? Kararsızlık. Sizin aptallaşmanızın büyük sebebi. Kontrol mekanizmanızın alt üst olduğu an! Şimdi ne yapacaksın asalak? Kolay olanı tercih edeceksin değil mi?
                  Biramdan bir yudum aldım belki daha rahat karar veririm. Biraz düşüneyim. Nasıl olsa iki seçeneğim var:) Selin, sarışın hoş bir kız. Ama Ayşen de çok eğlenceli hani esmer güzeli derler ya o cinsten. Yanında zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Selin.. Yahu Selin de fettan hani böyle insanı bağlayan cinsten bir cazibesi var. Seksi desem değil ama yani bilemedim. Yok yok ben en iyisi Ayşen’le dışarı çıkayım. Olmadı sonra Selin’e giderim nasıl olsa o evde. “Akşam bi planım yok canım, bir şeyler içelim mi?” hop Ayşen’e bir mesaj bu iş de tamam! “Saat 10’da Karaköy?” Bu kızın mekan bilgisine bayılıyorum. Kesin yine yeni bir yer açılmıştır ve bunun haberi vardır. Ama ne bileyim bu kadar çok bilmesi de beni rahatsız etmiyor değil hani... “Ok, görüşürüz.” Ohooo saat 10’a çok var. Bir bira daha içeyim.
                  Ayşen saat 10’da Karaköy’dedir. Bir grup arkadaşıyla her zaman gittikleri mekanda, Ahmet gelmeden, buluşmuştur. Ne de olsa erkeklere güvenmemesi gerektiğini bilir ve her zaman ikinci bir planı vardır. Çünkü Ayşen akıllıdır. Ayşen gibi olun! :)
                  “Film falan izleriz? Şili şarabım da var, hani şu kafayı bulduran cinsten:) Geliyorsun değil mi?” Selin bana şaka yapıyor galiba! Kıza cevap bile atmamıştım. Şarap mı dedi? Kafayı bulduran cinsten de dedi!! “10 dkya oradayım!”
                  Evet, Ahmet aynen böyle yapmıştır. Çünkü Ayşen onu dışarı davet etmiş ve muhabbet etmek istemiştir. Onu ev ortamında değil, dışarıda tanımak istemiştir. Arkadaşlarıyla tanıştırmak istemiştir. İstemiştir de istemiştir... Ayşen çok şey isteyen bir kız. Onun isteklerini erkekler kaldıramaz. Ayşen gibi olmayın...
                  Saat 10.30... Ahmet’in telefonu çalar, arayan Ayşen... Ahmet salaktır. Ayşen’e “işim çıktı” gibi bir bahane üretmesi aklına gelemeyecek kadar basiretsizdir. Telefonunu sessize alır. Çünkü ancak onun gibiler kaçak dövüşür.
                  Neyse ki Ayşen güvendedir. Çünkü öngörülerini kullanarak önlem almıştır. Arkadaşlarını hazırda tutmuştur. Ayşen her şeye hazırlıklıdır. Bir ömür boyu yalnız olmaya bile. Ayşen salaktır. Ayşen gibi olmayın.

                  İşte bana yaptığın aynen böyleydi. Yani şunu anla, ben o sırada senin ne yaptığını biliyordum. Çok sayko geliyor değil mi? Aslında biraz akıllıca düşünseydin bunun sadece iki bilinmeyenli bir denklem olduğunu ve kolayca çözülebileceğini anlardın. Ama ne yazık ki sen kararsızlığının sana verdiği stresle nasıl davranacağını bilemeyen bir zavallısın :). Tabi ben ayrı bir aptalım. Senin ne olduğunu anlayamayacak kadar iyi niyetli davranmıştım sana. Aslında anlayıp, “yok ya o öyle biri değil” diyecek kadar saf düşünmüşüm. Onu da şimdi dile getirebiliyorum ya neyse... “Neyse”lerle dolu hayatıma ayrı bir “neyse” olarak sen de yazılmıştın. Senden de öğrendim. Öğrenmek istemezdim ama insan istemeden de çok şey öğreniyor işte. Daha kurnaz oluyor. Daha kalpsiz oluyor. Sonra insanlar şaşırıyor “sen nasıl yalnız olursun!” diye. Ama anlatamıyorsun ki kimseye dünyada senin gibilerin Hal’lerde kabzımalların elinde çok olduğunu ve çok ucuza piyasaya sürüldüğünü(!) Ops, sustum:) Neyse, işte içimdekilerin hepsini hala söyleyemedim ama bu örnek sana fazlasıyla yetmiştir. Biraz hakaret ettim artık kusuruma bakmazsın:).