Her sabah güneş doğarken, yeni bir güne uyanırız. Hafif bir
baş ağrısı, biraz mahmurluk olsa da üzerimizde güneş doğmuştur bir kere,
gülümseyip selam etmek gerekir…
Çok uzun değil sadece 1 dakika öncesine kadar önemsenmeyecek
derece ateşim vardı. Peki şimdi? Her yanım alev alev iken, içim cayır cayır
yanıyorken kıçı kırık bir soğuk algınlığı beni ne kadar etkileyebilir? Dakikanın
dakikayı onu bırak, salisenin saliseyi tutmadığı şu hayatta neye en çok
üzülebiliriz ki? Arkadaş kazığına mı, yoksa elimizden alınan oyuncağa mı, ya da
terkedilişe mi… Büyüyoruz ne yazık ki, yükümüz artıyor. Sırtımıza aldığımız
onlarca şey, sadece tartı üzerindeki rakamları değiştirirken bizden neler
götürüyor farkında mısınız? Bir nefes alıp, aldığın nefesi geri verdiğin an
bile değişiyor hayat ve değiştiği gibi de devam ediyor, sen tekrar değiştiremiyorsun!
Baharlar geleceğine söz vermiyor belki hayat, kiminin ışığını söndürüyor kiminin de
yolunu aydınlatıyor.
Kışın ortası olmasına rağmen, güne güneşli başlamıştı 28
Ocak. Fakat farklı bir şey vardı anlayamadığım, bir gariptim. Hastaydım elbet
ateşim vardı, ondandır dedim umursamadım. Erken bir saatte, hiç uyanmayacağım
dakikalara gözlerimi açmıştım. Kalkıp bir iki lokma bir şey yiyip ilaç içmeye
karar verdim. Yastığımla yorganımı kapıp televizyonun karşısına geçtim. Fakat insan
hasta olduğunda duygusallaşır ve birine ihtiyaç duyar ya, ben de anneme ihtiyaç
duymuştum. Sonuç olarak bir Alex değil, hala bir çocuktum. Annemi aradım, açmadı. İkinciye aramak
adetim değildir, nasıl olsa tekrar arar derim. Fakat içimden bir ses ısrarla
aramamı söylüyordu. Tekrar aradım ve açtı…
“Anne?”
“N’oldu Fulya?” Allah Allah annem bana ‘kızım’ demedi, evlatlıktan reddedecek değil ya neyse… Çok telaşlı bir ortamda olduğu her
halinden belliydi, fakat nerede olduğunu sorduğumda küçücük çocuğa dahi
yutturulamayacak bir cevapla karşılaştım, ne yazık ki onun da aklı yerinde
değildi. “Evdeyim Fulya!” Hasta olduğumu, ona
ihtiyacım olduğunu, buraya gelip gelmeyeceğini sordum. Annem öyle umursamazdı
ki, konuştuğum kişi sanki annem değil bir başka kadındı. Sinirlenip telefonu
kapattım, üstelik “benden bir şey saklıyorsun” diye bağırarak… İkinci telefon
bana değil bu sefer ablama geldi, içeriden bir çığlık “Ne diyorsun anne ne
kazası!!”
28 Ocak’tan bu yana ancak dile getirebiliyorum bu
duygularımı. Şükürler olsun ki, hayat söz vermemiş olsa da baharları gösterdi
bize. Belki de bu yüzden yazabiliyorum şu an hislerimi. Hayat öyle bir şey ki,
aklını alıyor ve aldığı gibi de geri veriyor... Metanet!
aga, götümü zeus siksin okudum yazını.. çok hoş ya
YanıtlaSil