Hani olur ya, beyniniz uyanmıştır fakat siz tüm çabanıza
rağmen bedeninizi yerinden kaldıramazsınız. Sağa dönsen olmaz, sol desen çok
uzak kalır… İşte yine böyle bir günün başlangıcındaydım. Gerçi uyandığım saate
pek başlangıç denilmez ya neyse…
Rahat yatağımda yanıma iki yakışıklı almış misali
sarıldığım, başımın altındakiyle birlikte toplamda üç eden yastıklarım ve
ben mışıl mışıl uyuyorduk. Hatta öyle uyuyoruz ki, fiil halindeki “uyumak”
sözcüğü yanımızda tüy kadar hafif kalır. “Öldüm mü acaba, cennette miyim? Yok
lan ben cennete gidemem kesin” diye rüyamda kendimle tartışırken içeriden gelen
sesleri duyuyor, fakat ne olduğuna anlam veremediğim için uyumaya devam
ediyordum ya da uyuduğumu zannediyordum. Birkaç dakika daha bu şekilde devam
ettikten sonra ayılmayı nihayet başarabildim. Fakat bu sefer de yastıktaki başım o
kadar ağır geliyordu ki, ytong diye tabir ettiğimiz tuğla bile yanımda hafif
kalır. Neyse en azından uyanmayı becerebildim diyerek yine bu hale gelmeme
sebep olan geceyi hatırladım. “Bi daha içersem burnumdan çıksın, hatta geberiyim!”
gibi tutamayacağım sözler veriyordum kendime ki, baskına uğramış bir şekilde
aniden kapım açıldı ve odama üç tane birbirinden tipsiz hatun damladı. Zaten bende
şans olsa odamı basan akşamdan kalma üç kız yerine, bir adet de olsa biscolata
erkeği olurdu. “Neyse!” diyerek dertlerinin ne olduğunu soracaktım ki, “Kalk
kızım Polonezköy’e gidiyoruz!” cevabıyla bir önceki gece doğumgünü olan ablam
soramadığım sorumu çoktan cevaplamış oldu.. “Ne Polonezköy’ü abla, aklınız suya mı
düştü? Yok Polonezköy dediğinize göre ormana kaçmış! Yatın uyuyun lan manyak
mısınız?” diyerek “Günaydın” diyemeden yine türlü küfürlerle güne başlamıştım. Şaka yapıyor
olmalıydılar. Evet evet kesin şaka, hemen uyanıyım diye böyle söylüyorlar, gibi
şüpheli bakışlarımla suçlarını hafifletiyordum ki, “Hadi kızım Yiit’ler aradı
yarım saate geliyorlar” diyen Tuuce gerçeği bir tokat gibi suratımın orta
yerine yapıştırmıştı. “Ciddisin sen” gibi salakça bir soruyla tahammül
sınırlarımın kalmadığını farkederek “Ya deli misiniz, bi gidin başımdan ben
uyuycam! Siz gidin inek otlatın, yok yada öküz kovalayın ne biliyim takılın
kendi aranızda yeterki beni rahat bırakın!” diyerek önüme geleni söylüyordum, ta
ki elinde sürahiyle kapının önünde dikilen ablamı farkedene kadar. “Abladır o, saygım sonsuz” diyerek tüm mertliğimi bir kenara bırakıp yatağımdan kuzular
gibi ayrıldım. Hazırlanmak için yarım saatim hatta direndiğim için o kadar bile
kalmamıştı. Fazla düşünmeden elime attığım ilk kıyafeti üzerime geçirdikten
sonra Polonezköy’ün yolunu tuttuk. (Bu arada ablam ve diğer kız arkadaşımız
tarafından ekildik, onu söylemiyorum bile.)
Kafamın kazan gibi, karnımın da inanılmaz derece aç olduğunu
hesaba katarsak yol boyunca içinde bulunduğum durumu tarif etmeme gerek kalmaz
sanırım. Yarısını içimden, bir diğer yarısını da sonunu düşünmeden ettiğim
küfürlerimle nihayetinde “kendin pişir kendin ye” mantığı olan bir yere geldik.
Toplamda 6 kişi 5 kilo et söyledikten sonra “oldu olacak sığır kesseydik” diyerek yanına da bira söyledik. “Çivi çiviyi söker”
mantığıyla hareket eden bir arkadaş grubumun var olduğunu sayarsak yine
kafamızın güzel olması kaçınılmaz bir son olacaktı ki, nitekim de öyle oldu. Tek dua ettiğim konu, yanlış bir karar verip rakı içmememiz oldu ki, bir kereliğine mahsus olarak da olsa doğru karar verebilmiştik. Bir yandan karnımızı doyuyor diğer yandan da biramızı yudumlayıp, Pazar gününün
keyfini çıkarıyorduk. Birkaç saat bu halde muhabbet
ettikten sonra, tabi hal ve durum değiştikçe “Polonezköy’e geldik yürüyüş
yapmadan olmaz!” gibi parlak fikirlerin çıkması kaçınılmaz oluyor ki daha söylemeden uygulamaya geçmiştik...
Bundan sonrasını açıkçası ben yazmaya cesaret edemiyorum fotoğrafları koydum gerisini siz düşünün. Sonuç; sağ salim eve dönebildik…
|
Adını çıkmaz sokaklara veren arkadaşımız |
|
Karaca-Geyik üretme istasyonudur, fakat öyle bir yer yok! |
|
Doğayla dost olmak böyle bir şey... |
|
Pardon 6 kişi değil 7 kişiydik |
|
Stella'nın pansiyonunu bulamadık muhtemelen periliydi. |
|
Gün sonunda doğum günü kutlamayı ihmal etmedik tabi... |
kötü başlayan günün, eğlenceli bitmiş anladığım kadarıyla. :)biscolata erkeğinin seni uyandıracağı gün de yakındır inşallah amin. :)
YanıtlaSilGünün sonunda sürünsem de eğlenceliydi :) biscolata erkeğine gelince, bana uğramaz yawrumm ama allahtan da umut kesilmez asdfghj
SilEn zor şey başlangıcı yapabilmek ve bitişten sonra o eve bir an önce kendimi atayım zerzenişi. Biscolata erkeği olayları komik geliyor bana kime sorduysam gerçek hayatta olsun ama fazla olmasın diyorlar. Az yaptığın kasa bile çok diyorlar. Şimdi gel de devam et.
YanıtlaSil'Biscolata' artık tabir bakımından hepimizin diline yapıştı, aslında biz bayanlar biscolata'nın sadece 'bisco' kadar kısmı olsa yeter diyoruz :)
YanıtlaSilZaten genel de Türk insanı ABD'li fast food canavarları kadar şişman ve güçsüz sayılmaz. Genelde fit insanlardır en azından.
SilEvet, 'en azından' kısmına katılıyorum.
SilArkadan yokmuş gibi görünen yan dönünce önünde sadece ufak bir balkon çıkıntısı olan nadir bir milletiz.
Hahaha ilerki yaşlarda kadında da, erkekte de oluyor.
SilTabi önemli olan ihtiyarlamak değil yaşlanmak.
Buna dikkat ediyorsa insan zaten onlar olmaz.
Bizim insanımız resmen yaşamaktan bıkmış sorun orada başlıyor aslında.