Ağustos 14, 2012

Jr. Business Woman


   Çok dert yandım, "ne yapsam nerelere gitsem" diye hayıflandım. Hatta sırf bu derdimi haykırarak anlatmak için blog yazmaya başladım. Tabi sonra amacından baya saptı ya neyse... Başınızın etini bu denli yediğim için Allah da benim belamı... tabi ki de vermesin, canım tatlı benim ne yapabilirim. Şöyle eski yazılarıma göz gezdirdim de, son bir senem gözümün önünden film şeridi gibi aktı ve gitti...  Neler çekmişim ben yaa, acıların çocuğuna yeni başrol oyuncusu olmuşum resmen. Tek farkımız annem Küçük Emrah'ın ki gibi o.., neyse pisleşmeye hiç gerek yok.
   Günler ayları, aylar da yılları neredeyse takip edecekti ki, şansıma lanet ettiğim her dakikanın ardından bu sefer benim de yanağıma şans öpücüğünü kondurdu. Bana ilk önce bir masa verdiler, sonra önüme de bir laptop koydular "takıl sen burada ileride nasıl olsa canın çıkacak" dediler, "olsun ben razıyım boş durmaktan iyidir" dedim. Sonra bir süre geçti hakikatten oturuyorum bir şey yapmıyorum. "Olur mu yaw ben nasıl dururum oturduğum yerde, hiç bana göre değil!" diyerek klasik isyanlarıma başlamıştım ki, "pasaportunu getir yurt dışına gidiyorsun" dediler. "Yok daha neler!" dememe kalmadan vizem 2 gün sonra elimdeydi. Bir sonraki gün de uçağım, rotamız İngiltere!
   Şaka tamam şaka, abartıyor olabilirim ama bu sefer yemin ederim fazla değil ama neredeyse olaylar bu kadar hızlı gelişti. Geçen hafta eğitim için genel müdür de dahil olmak üzere üç kıdemli insan ve ben İngiltere'nin puslu, kasvetli, bir o kadar da serin havasındaydık. Siz burada cayır cayır yanıyorken ben orada soğuktan deri montu üzerimden eksik etmedim. Lakin ne yalan söyleyeyim soğuk hava bu yaz sıcağında çok iyi geldi.
   Efendime söyleyeyim beni tanıyanlar bilir sıcak kanlı insanım lakin henüz yeni olduğum için şirketin bir kısmıyla kaynaşıp diğer kısmıyla kaynaşmak üzereyken, kaynaşamadığım kısımdan şahıslarla yurt aşırı seyahate gitmek beni delicesine korkutuyordu. Genel müdürümüz çok şeker bir insan, bir o kadar da şakacı (bu noktada kendisinin Trabzonlu olduğunu söylemeden geçemiycem), her ne kadar böyle olsa da sonuçta ağır top, insan ister istemez korkuyor. "Üç ağır top ve ben, bu eğitim nasıl geçer yeaaa!" diye isyanlardaydım ki, uçağa bindikten sonra aklımdaki bütün her şey uçtuuu gittiiii......

                                                                                                                   to be continued....

Ağustos 03, 2012

Kader avucunun içinde mi?

Kader nedir?
İnsan kaderini kendisi mi yazar, yoksa doğduğumuz andan itibaren yazılmış mıdır?
Kadere inanmam, inanmazdım.
Aslında kadere inanan çok insan var.
Benim gibi arada kalmış da çok...
İnanmayanlar zaten ortada.
Peki şöyle sorayım;
1 yaşında başından aşağı kızgın yağ dökülen bir bebeğin ölüp tekrar dirilmesi ne demektir?
Başta nefret ettiğin, hayatta olmaz dediğin insanın şimdi yanında oturan kocan/karın olmasını nasıl açıklarsın?
1ay öncesine kadar looser olduğun, sonrasında kendini başka bir statü de başka diyarlarda bulman ne anlama gelir?
Hayatta gitmem ben, yapmam ben olmaaz! dedikten sonra "çok büyük konuşmuşum" demene sebep olan şey nedir?
Aklında hiç yokken neden karşına öyle biri çıkar?
%99 ölümle sonuçlanan bir kazada %1'lik bölümde olman ne ifade ediyor?
Her şey hazırdır olumsuz hiçbir şey yoktur, bir aksilik çıkar ve dünyan değişir en üstte iken kendini en altta bulursun, peki bu ne demektir?
Bir restoranda oturursun, karşı masada oturan kız karın olur. Barda tanıştığın yakışıklı, mezara kadar seninle birlikte olur. "Bu sefer tamam" dersin, her şey ansızın değişir, olmaz. "Olmaz, olmuyor" dersin, karşına öyle bir fırsat gelir ki, kendini 1 ay içinde yurt dışında iş seyahatlerinde bulursun, vs. vs...
Ben "kader" demezdim, tesadüflere inanırdım. Tesadüflerle insanın kendi kaderini çizdiğine inanırdım. Fakat insan hayatında engelleyemediği ya da elinde olmayan o kadar enteresan şeyler oluyormuş ki, kendimi sorgulamadan geçemedim. Eğer benim gibi düşünüyorsanız, alın size sorular... Cevaplarını da bir zahmet artık kendiniz bulun.