Haziran 30, 2012

Eksildim Evet, Eksildikçe Çogaldım...

:
:
:
:
   Çocuktum, ergen oldum. Ergenlikten çıktım genç bir birey oldum. Hayatı tanımaya başladım… İlk önce çok arkadaşım oldu. Çok arkadaşın zarar olduğunu öğrendim. Sonuç olarak nerede çokluk orada…… Arkadaş nasıl seçilir, nasıl ayırılır onu öğrendim. Gerçek yüzlerini gördükçe eksildim. Ben hayatımdan kimseyi çıkarmam, sadece gitmek isteyenleri müsait bir yerde indiririm. Eksildim evet, ama eksildikçe çoğaldım… Daha sonra erkek arkadaşım oldu. Sevilmek nasıl bir duygu onu öğrendim. Zaman geçtikçe de fazla sevgi insanı nasıl mahveder onu öğrendim. Ardından platonik bir aşka düştüm, bunun ızdırabı nedir onu öğrendim. İnsanlar gözünde büyüttüğün kadar değiller, ne demek bunu öğrendim. Bu aşk da sönüp gitti, yine kayıp yıllar… Büyüdüm, üniversiteye başladım bir sevgilim oldu. Aslında seviyorduk birbirimizi ya da öyle sanmışım, onu öğrendim. Seneler süren bir ilişkiydi, iyisiyle kötüsüyle insan nasıl yıpranır, yıpratılır onu öğrendim. Ardından yıllarımı verdiğim adamın ‘adam’ olmadığını öğrendim. İhanete uğramışım, gözlerimle gördüm görmezlikten geldim. Devam ettim, sonuç olarak alışmış kudurmuştan beterdir. İnat ettim, olmayan bir ilişkiye devam ettim. Hırs insanı mahveder, en sonunda şimdiki kız arkadaşıyla tanıştırmış beni onu öğrendim. Meğersem biz çıkarken de ilişkileri varmış. Yine aldatıldım bu sefer görmezlikten değil, umursamazlıktan geldim. Kanayan parmağı kolundan kestim. Aldatıldım da ne oldu eksildim mi, hayır… 
:
:
:
:


Bu yazıyı Blogum Dergisi'nin Temmuz sayısı için kaleme aldım, yazının tamamını bu adreste bulabilirsiniz... http://issuu.com/blogum/docs/blogumdergisitemmuz2012/33 

Umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı buralarda dört gözle bekliyor

 olacağım... 

                                                                              Sevgiler Can'lar...

Haziran 24, 2012

Görülmez Adam


   Bir yerde okudum, şizofren bir insan tedavi olsa dahi yaşamının diğer kısmında sanrılarını görmeye devam edebiliyormuş. Yani o kişide tedavi tam anlamıyla mümkün olmuyormuş.
   Teoride çok uzaktasın, hislerimde ise parmağımın ucunda. Belki seni hiç tanımıyorum ya da henüz tanışmadık. Belki de hiç yoksun, hayalsin benim için. Ama yazıyorum işte hissediyorum seni bir yerlerde. Geçen gün hayalin vardı burada, oturduk iki çift laf ettik. “Göründüğüm gibi değilim” dedin, hangimiz göründüğü gibi ki? Ben de göründüğüm gibi değilim. Makyajım aslında maskem benim, eve gelince siliyorum ‘yabancı fulya’yı. Kimse bilmiyor o halimi. Ama bak şuan karşındayım, üstelik makyaj da yok suratımda. Başını öne eğdin, söylediklerimi düşünüyordun besbelli. Korkmaya başladın benden, eminim. Cesaretsizliğini gördüm başını eğince, yazık… Oysa sadece hayaldin benim için. Peki ya bu güçsüzlüğün neden?
   “Hayatımı yazdım” dedin. Çok gördün, belki de fazlasıyla gördün. Omuzların çökmüş bu yüzden farkındayım. Eğleniyor gibi görünüyorsun, bu da senin masken değil mi... Hiç görmedim seni, nasıl bir şeysin bilmiyorum. O yüzden hayalin de buradayken suratı yoktu. Belki de karşıma çıkmaya yüzün yoktu. Sen de haklısın, insanları kandırmaya daha fazla tahammülün kalmadı. Merak etme benim de kalmadı. Aslında düşündüm de sen kimseyi kandırmadın. Ben kandırdım, üstelik kendimi! Hayal yarattım beynimde, otutup karşıma bir de adam yerine koydum işte. Farklı olacak dedim kendimi inandırdım, kandırdım. Sıkıldım bu halimden biliyor musun? Yine değişiyorum. Yaşadıklarımla büyüyorum, kabuk değiştiriyorum.
   Hayalin giderken,
“Umarım bir gün gerçeğimle tanışırsın” dedi.
“Senden daha iyi olamaz” dedim.
“Emin ol, o benden daha iyi” dedi ve gitti…
   'Görülmez kaza' derler ya. Kaldırımda yürürken pek önüme bakmam ben, dik yürürüm. Sen de kaldırımdaki taştın benim için. Dikkatsizim işte, takıldım ve düştüm! Görülmez kaza… Bir el uzandı ben düşünce, başımı kaldırdım. Hayal değildi bu sefer, gerçektin. Bir silüet gördüm. Kalkmam için yardım etmek istiyordun bana, tıpkı düşürdüğün gibi… Peki o eli tuttum mu dersin? 

Haziran 07, 2012

3 Maymun

   Aslında flu gibi her şey, hayatım da böyle benim. Gözlüklerimi çıkarıncaya kadar gerçeklerim var. Sonrası da bulanık zaten, istesem de istemesem de… Ne güzel aslında görmek istediğini gör, istemediğini ise umursama! Hangi birimiz yapabiliyoruz ki bunu? Ben yapmak isterdim. Aslında yapıyordum da. İstediğim zaman her yer, her şey netti, istemediğimde ise kolayca flulaştırabiliyordum etrafı, kimi zaman da kör oluyordum. Reel olarak olmasa da soyut olarak yapıyordum bunu. 3 maymun gibi aynen, görmedim, duymadım, bilmiyorum! Peki ya şimdi?
   Yanlış ya da doğru bir şey yaptığımda “Neden böyle yaptın?” diye hesap sormak isteyenlere “Görmüyorum ki!” diyebiliyordum. En kolay kaçış noktasıydı aslında benim için… Senelerdir dünyayla aramda bir engel vardı, taa ki düne kadar şimdi o da kalktı. Peki sıradaki bahanem ne olacak?
   Dün dünyayla aramda olan o saydam tabakadan tamamen kurtuldum. Hayatımın dönüm noktası denilebilir bir nevi. O soğuk ameliyat masasında değişti her şey. Gerek etraf, gerekse benliğim... Artık sabah kalktığımda bulanık olmayacak odam ya da en büyük tutkum olan deniz de gözlerimi sıkı sıkı kapamayıp yosunlardan, midyelerden mahrum kalmayacağım. Doya doya minarelerin içindeki yengeçlere salça olabilmek gibisi var mı? Düşünüyorum da neredeyse hayatımın 18 yılını yarı kör geçirmişim, bir ömürün yarısı gibi. Heyecanlıyım, heyecanlısın… En azından etrafımdaki herkes çok heyecanlı. Çünkü yüzüm gülüyor, etrafa neşe saçıyorum. Belki de hiç olmadığım kadar mutluyum!
   Bu yazıyı okuyorsun, belki “etrafı bulanık görmek” ne demek bilmiyorsun ya da beni çok iyi anlıyorsun. Aslında bir düşün, hayatında neleri görmezlikten geliyorsun? Kafaya takılacak şeyleri takmayıp, takılmayacakları takarak kendi tezatlığımızı oluşturmuyormuyuz aslında. Hayatımızda kendimize yaptığımız en büyük bencillik bu değil mi zaten… Boş şeylerle beynini meşgul etmek! Ne gereksiz...
   Bulanıklık ne demek bilmesen de, neleri göz ardı edebiliyorsun bir düşün! Görmemek için illa gözlerinin bozuk olmasına ya da kör olmana gerek yok. 2 gün önce ben de gözlüklerimi çıkarabiliyordum, görmezlikten geliyordum istemediklerimi. Şimdi her yer, her şey net hayatımda. Çok iyi görüyorum, duyuyorum ve anlıyorum. 'Yeni dünya’mda nasıl davranmam gerektiğini henüz bilmiyorum. Şöyle bir düşünüyorum da eski halim acaba daha mı iyiydi? Cevabı yine kendim vererek "yok..." diyorum. "Kusursuz görmek paha biçilemez!"
   Sonuç olarak bir bireyiz ve bireyler kendi kendini yönetebilir. Bu yüzden her şey net olsa da hayatımda, yine de görmezlikten gelmek bence en iyi seçim! Ben hemen denemeye başlıyorum, şu saçma salak yazımı okuyanlara da tavsiyem; "kendi iyiliğin için sen de görmezlikten gel, görüyorsan duymazlıktan gel, duyuyorsan anlamazlıktan gel" derim…

Haziran 01, 2012

Komiser Bey Amca


   Ben artık ‘Bahtsız Bedevi’ olduğum konusunda iyice eminim. Bunu anlamam için Sahra Çölü’ne gitmeme ya da ne biliyim  kendimi kutuplarda bulmama gerek yok! Olduğum yerde de gelip buluyor beni o meşhur kutup ayısı, 100 km ileride de… Nasıl mı?
   Yazılarımı az çok okuduysanız benim Trakyalı bir ‘hanım kız’ olduğumu anlamışsınızdır. Her ne kadar hayatıma İstanbul’da devam ediyor olsam da, belli periyotlar içerisinde ailemi ziyaret etmek için memleketime gelir giderim. Yine bu dönemlerden birindeyim. Ana-baba kucağında yan gelip yatıyorum, ekmek elden su gölden ohh mis! Rahatım epeyce yerinde. Neyse fazla dağılmadan hemen konuya giriyorum. 
   Günlerden bir gün, Avcılar tarafında ufak bir işim çıktı. Aynı gün içerisinde gidip gelmem gerekiyor. Giyindim, kuşandım çıktım yola. Hava şartları, trafik derken ortalama 1 saatte Avcılara geldim. Neyse işlerimi hallettim. Buraya kadar herşey yolunda, dönüyorum… Zaten asıl sorun da burdan itibaren başlıyor.
   Efendim bilenler bilir, İstanbul-Tekirdağ arası 2 yol bulunur. Biri kısayol olarak E-5 (hız sınırı var), diğeri TEM, yol biraz uzar ama dilediğince yapıştırırsın. Normal şartlar altında kendi evimden Tekirdağ’a gitmeye kalktığımda TEM’i kullanır Allah ne verdiyse basarım. Lakin durum Avcılar, yani İstanbul’un kıyısı, olunca E-5’ten başka bir yol kullanırsan ya ahmaksın ya da çok zenginsin bol benzinin var demektir. İşte hal durum böyle olunca da E-5’ten başka bir seçeneğim kalmıyor. Neyse işlerimi hallettim, dönüş yolundayım……
   Tek başımayım, canım sıkılmış. Git Allah git, yol bitmiyor. Avcılar, Beylikdüzü, Küçüğünden Büyüğüne Çekmece, Çatalca yok olmuyor, yol geçmek bilmiyor. Ne yapsam, ne yapsam… Açtım müziği son ses bunu dinliyorum. Bir yandan da avazım çıktığı kadar şarkıyı söylüyorum. “Ohh, Selimpaşa tabelasını gördüm.” Şarkı söyleyince oluyor galiba, dedim ve aynı şekilde yoluma devam ediyorum. Ben şarkı söylüyorum, yollar geçiyor derken Silivri’de buldum kendimi.
   Efendim, Silivri dediğimiz yer, gerçi yerlileri biraz kızacak bana ama, İstanbul’la Tekirdağ arasına sıkışmış, “Trakyalı mı olsam, yoksa İstanbullu mu?” diyen, işine gelince Trakyalı, işine gelince İstanbullu olan kısacası ne idüğü belirsiz bir sahil kentidir. Şehrin tam ortasından da E-5 geçtiği için çok sık polis çevirmesi olur. Neyse, avare bir şekilde şarkıların ahengine kapılan ben, Cem Yılmaz misali yolları ağlatıyorum siyah serçem eksik bi tek! Tepeden Silivri'yi gördüm, yokuş aşağı yol alıyorum. Aslında çok hızlı değildim ama yokuş aşağı olunca hızlanmışım farkında değilim, ilerliyorum. Hani çevirmeler pek sote yerlere kurulmaz ama radar böyle en abuk yerdedir ve sen onu son anda fark edersin ya, işte aynı o durumdayım. Radarı farkettim, hızıma baktım “Siktir!”. Normalde 70’le gidilmesi gereken yolda hız limitinin iki katına çıkmışım. Kaçış yok yedik cezayı, “babama ne diycem şimdi?” başladım aklımda kurmaya… Hadi söyledim, adam gözümün yaşına bakar mı? Onu bıraktım TEM’de de değilim basıyım. “E-5’te bu hız ne! Gebermek mi, yoksa gebertmek mi istiyorsun milleti! Hem bu kadar hızlı gitmek senin neyine, pilot musun nesin!” babamın sarf edebileceği kelimeleri düşünüyorum. Ne dese haklı, diyemem ki tek başıma geçmek bilmiyor yol ondan basıyorum… "O zaman gelme!” der eminim. Neyse polis aracını gördüm ileride. Sanki o hızı ben yapmamışçasına, süt dökmüş kedi misali yol alıyorum. Bir yandan da dua ediyorum “Allaaam n’olur beni durdurmasın” diye yalvarıyorum. Ama nerede…. “34 bilmemne sağa çek!” Açtım camı, kaçış yok…
   “Ehliyet, ruhsat lütfen!” neyse uzattım. Polis bana bakıyor, ben olabildiğince koltuğa gömülüp adamla göz göze gelmemeye çalışıyorum. Muhtemelen benzetemedi beni.
   “Hız limitini aşmışsınız hanımefendi.”
    "Aaa, ben mi? Hiç farkında değilim memur bey.” Tabi bu sırada aklımdan türlü fikirler geçiyor. Nasıl yalvarsam, ne yapsam da cezadan kurtulsam diye bin bir tilkilerim ve ben oturmuş düşünüyoruz.
   “Ceza yazmak durumundayım.” Bu cümleleri duyarken aklıma öyle bir fikir geldi ki, şimdi oturup düşündüğümde kendim bile inanamıyorum. Eee, Türk’ün aklı ya kaçarken, ya sıçarken çalışırmış…
   “Yaz memur bey, sen de yaz!”
   “???”
   “Yazın diyorum, memur bey!”
   “Nasıl yani?”
   “İşsiz, güçsüzüm 1 senedir iş arıyorum. Az önce bir yerden daha ret cevabı aldım, sen de ceza yazmışsın çok mu? Babam öder artık, yakında da kapının önüne koyar beni. Yazın diyorum memur bey. Artık hiç bir şeyde gözüm yok! Bunca sene boşuna okumuşum zaten hala baba eline bakıyorum. Moralim bozuk, kaçla gittiğimin farkında değilim, babama ne söyleyeceğimi düşünüyordum. Haklısınız aşmışımdır, cezam neyse ödeyeceğim yazın lütfen!”
   Adam suratıma bakıyor, ben ise sergilediğim performansa hayret ediyordum. Oyuncu falan da değilim, nasıl olduysa artık. Bagajı açıp baksa, koltuk kaplamak için alınmış top top kumaşlar çıkacak.
   “Ceza yazılması için bu kadar ısrar eden birini gördüm. Mesleğimde bir ilksin kızım, geç git, yazmıycam. Ben Şerafettin Komiser babana da selamımı söyle, sana kızarsa alnını karışlarım! Hiç moralini bozma iş aramaktan da vazgeçme. Bu arada hızlı da gitme, senin gibi hanım kızlara ihtiyacı var bu ülkenin. Hadi güle güle!”
   Komiser halime o kadar acıdı ki, üzerine “gel evladım” diyip çay ısmarlayacaktı. Hoş, yalan attığımı bilmesem ben bile inanıcam ya kendime. Teşekkür edip, babacan komiserin yanından ayrıldım. Bir yandan düşünüyor, bir yandan da vicdan azabı çekiyordum. Yani bu kadar acındırmaya ne gerek vardı ki? Adam eminim eve gidince kızı varsa boynuna sarılmıştır ya da hayatını gözden geçirmiştir. 
   Şimdi düşünüyorum da, iyi mi yaptım kötü mü yaptım? Attığım yalana gülsem mi ağlasam mı hala karar veremiyorum. İşsizliğim ilk defa işime yaramış, ceza almaktan kurtulmuştum. Trajikomik olay diye buna derler sanırım. Lakin vicdanımla baş başa kaldım hala komiser bey amcanın yüzü gözümün önünden gitmiyor. Aslında attığım yalan da değil, gerçekti. Tükürsem başım ağarmaz yani.