Ekim 25, 2012

Send'room


   Koyu kestane, omuzlarına uzanan saçları güneşte kızıllaşmış bir şekilde parlıyordu. Dağınık bıraktığı tutamlarının arasında yuvarlak yüzü iyice kaybolmuştu. Kahverengi iri gözleri, kenarlarına çektiği siyah kalemle puslu ve çekici bir hal alıyordu. Kırmızı dudakları iri gözlerinin altında iyice gölgelenmişti. Yüzüne baktığında insanı tekrar kendine çeken bir ifadesi vardı. Yapamıyorum, kendimi ondan alamıyorum... derken göğüsünü titreten dumanı içine çekti. Son moda kolunun iki katı büyüklüğündeki saatine baktı, pahalı olduğu her halinden belliydi. Zaman ne kadar çabuk geçiyor, diye geçirdi içinden. Hem gitmek istiyordu hemde gitmemek için elinden geldiğince oyalanıyordu. Peki bu çelişki neden? Uzaklaşmalıydı, ona zarar vereceğini bile bile kendini alamamıştı. Siyah paketindeki sigaralara baktı, bugün yeterince içmişti.
   “Seni evine bıraksam iyi olacak, işe geç kalacaksın...” dedi. Cevap alamadı. Karşısındaki iri gözler umarsızca ona bakıyordu. Bu durum söyleyeceklerini daha da zorlaştırıyordu. O gözler karşısında söylemek istediklerini nasıl dile getirebilirdi ki... Cesaretini topladı, “bak, seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim, fakat, biliyorum yanlıştı hiç yaklaşmamalıydım sana, en baştan uzak olmalıydım” kelimelerini toparlayamıyor yarım yamalak birşeyler geveliyordu derken zaten söylediği tek cümle ile onu çileden çıkarmayı başarmıştı. Hayal kırıklığına uğratmak...
   “Hayal kırıklığına uğramak mı?” ince tınıları olan o yumuşak ses birden sertleşmişti, “karşıdan baktığın zaman cidden öyle mi gözüküyorum? Sen tam bir budalasın! Yüksek egolarının altında ezilen bir ahmak! Bana baksana, sen önüne gelen her kızı yatağına atmak için bu kadar para harcarmısın? Ahh ne kadar yazık, beni hayal kırıklığına uğratamadığın için senin adına üzgünüm.” Ayağa kalktı, tam gidiyordu ki, “unutmadan, kız arkadaşına selam söyle benden, erkek arkadaşını bu kadar pahalı oyuncaklarıyla işgal etmek istemezdim!”
   Kız arkadaşına selam söylemek mi? Eski kız arkadaşına geri döndüğünü nereden biliyordu? Emin adımlarla arkasını dönüp giden o kızın arkasından donup kalmıştı. Aslında haklıydı, eski kız arkadaşını tekrar hayatına sokan güçsüz bir budalaydı! Yüksek egolarıyla beraber oradan buradan yatağını süsleyecek beden arayan bir ahmaktı! Birini daha hayal kırıklığına uğratamadığı gerçeğinin altında ezilen bir zavallıydı. Peki neden bu kadar şaşırmıştı? Oysa o da hepsi gibi sıradan bir kız değilmiydi? Telefonu çalıyor fakat o hiçbir şey duymuyordu, derken nihayet fark etti ve “Ne var?”, telefondaki eski ve henüz barıştığı kız arkadaşıydı.
   “Ne, ne var??”
   “Pardon, çalışıyordum. Bir şey mi oldu?”
   “Akşam Ayşen’in doğumgününü kutluyoruz, 7’de evde ol!”
   Herhangi bir veda yada onaylama sözcüğü olmaksızın telefonu kapadı.
   
   Mesai saati başlamıştı. Galata’nın taşlı yollarını hızlı adımlarla yürürken bir yandan da hayatına bulaşan gösteriş budalası kızıl tonlu sarışın, uzun boylu ve ince yapılı olan çocuğu düşünüyordu. Onunla barmaid’lik yaptığı şarapevinde tanışmıştı. Aslında çocuk gelip onunla tanışmıştı. Defalarca ilgisini görmezlikten gelip işini yapmaya devam ediyordu. Fakat o her seferinde bir yolunu bulup dikkatini çekmeyi başarıyordu. Çok güzel bir yüzü olmasa da dayanılmaz bir cazibesi vardı. Nazik, yumuşak davranışlı kısacası bir bayana nasıl davranılması gerektiğini biliyor ve bunu ustaca yapıyordu. Gizemli, kendisini ona iten anlayamadığı bir elektrik vardı. Oysa genel olarak baktığında tipi bile sayılmazdı.
   İri gözlerindeki rimel biraz akmış, yüzü de solgun görünüyordu. Saçlarını topladı, makyajını tazeledi. Yeni ütülenmiş beyaz gömleğini dikkatlice ilikledikten sonra siyah önlüğünü bağladı ve barın arkasındaki yerini aldı. Barmaid’liği sadece işi öğrenmek için yapıyordu. Hayalinde dünyanın dört bir yanından ithal ettiği şarapları derleyeceği, sadece şarap ve peynirin menüde yer alacağı butik bir işletme açmak vardı. Bunu en iyi şekilde yapabilmek için de işin mutfağına girmeyi tercih etmişti. Ailesi yeterince varlıklıydı fakat o, bu gücü kullanmak yerine kendi ayakları üzerinde durmak istiyordu. Kısacası, onu barın arkasında gören çok yanlış tanıyordu. 
   Gelen siparişlere göre kadehleri doldururken gündüz yaşadığı ve anlam veremediği olayı aklından temizlemeye çalışıyordu. Gerçi anlam vermeye de çalışmıyordu, erkek milleti dedi ve işin içinden çıktı.
“..... şişe ve iki kadeh lütfen!”
Ses tuhaf bir biçimde tanıdık geliyordu. İstenilen şişe çok özel ve sadece bu şarap evine has 2000 yılına ait bir kırmızıydı. Ve bunu sadece bir kişi içerdi. Kadehi barın diğer yanında duran müşterinin önüne koydu ve bir el kadehinin üzerindeki elini kavradı.
“Bana eşlik eder misin?”

Devamı; Send'room 2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder