Koyu kestane, omuzlarına uzanan saçları güneşte kızıllaşmış
bir şekilde parlıyordu. Dağınık bıraktığı tutamlarının arasında yuvarlak yüzü
iyice kaybolmuştu. Kahverengi iri gözleri, kenarlarına çektiği siyah kalemle
puslu ve çekici bir hal alıyordu. Kırmızı dudakları iri gözlerinin altında iyice gölgelenmişti. Yüzüne baktığında insanı tekrar kendine çeken
bir ifadesi vardı. Yapamıyorum, kendimi
ondan alamıyorum... derken göğüsünü titreten dumanı içine çekti. Son moda
kolunun iki katı büyüklüğündeki saatine baktı, pahalı olduğu her halinden belliydi. Zaman ne kadar çabuk geçiyor, diye
geçirdi içinden. Hem gitmek istiyordu hemde gitmemek için elinden geldiğince
oyalanıyordu. Peki bu çelişki neden? Uzaklaşmalıydı, ona zarar vereceğini bile
bile kendini alamamıştı. Siyah paketindeki sigaralara baktı, bugün yeterince
içmişti.
“Seni evine bıraksam iyi olacak, işe geç kalacaksın...”
dedi. Cevap alamadı. Karşısındaki iri gözler umarsızca ona bakıyordu. Bu durum
söyleyeceklerini daha da zorlaştırıyordu. O gözler karşısında söylemek istediklerini
nasıl dile getirebilirdi ki... Cesaretini topladı, “bak, seni hayal kırıklığına
uğratmak istemezdim, fakat, biliyorum yanlıştı hiç yaklaşmamalıydım sana, en
baştan uzak olmalıydım” kelimelerini toparlayamıyor yarım yamalak birşeyler
geveliyordu derken zaten söylediği tek cümle ile onu çileden çıkarmayı
başarmıştı. Hayal kırıklığına uğratmak...
“Hayal kırıklığına uğramak mı?” ince tınıları olan o yumuşak
ses birden sertleşmişti, “karşıdan baktığın zaman cidden öyle mi gözüküyorum?
Sen tam bir budalasın! Yüksek egolarının altında ezilen bir ahmak! Bana
baksana, sen önüne gelen her kızı yatağına atmak için bu kadar para
harcarmısın? Ahh ne kadar yazık, beni hayal kırıklığına uğratamadığın için
senin adına üzgünüm.” Ayağa kalktı, tam gidiyordu ki, “unutmadan, kız
arkadaşına selam söyle benden, erkek arkadaşını bu kadar pahalı oyuncaklarıyla
işgal etmek istemezdim!”
Kız arkadaşına selam söylemek mi? Eski kız arkadaşına geri
döndüğünü nereden biliyordu? Emin adımlarla arkasını dönüp giden o kızın
arkasından donup kalmıştı. Aslında haklıydı, eski kız arkadaşını tekrar
hayatına sokan güçsüz bir budalaydı! Yüksek egolarıyla beraber oradan buradan
yatağını süsleyecek beden arayan bir ahmaktı! Birini daha hayal kırıklığına
uğratamadığı gerçeğinin altında ezilen bir zavallıydı. Peki neden bu kadar
şaşırmıştı? Oysa o da hepsi gibi sıradan bir kız değilmiydi? Telefonu çalıyor
fakat o hiçbir şey duymuyordu, derken nihayet fark etti ve “Ne var?”,
telefondaki eski ve henüz barıştığı kız arkadaşıydı.
“Ne, ne var??”
“Pardon, çalışıyordum. Bir şey mi oldu?”
“Akşam Ayşen’in doğumgününü kutluyoruz, 7’de evde ol!”
Herhangi bir veda yada onaylama sözcüğü olmaksızın telefonu
kapadı.
Mesai saati başlamıştı. Galata’nın taşlı yollarını hızlı
adımlarla yürürken bir yandan da hayatına bulaşan gösteriş budalası kızıl tonlu
sarışın, uzun boylu ve ince yapılı olan çocuğu düşünüyordu. Onunla barmaid’lik
yaptığı şarapevinde tanışmıştı. Aslında çocuk gelip onunla tanışmıştı.
Defalarca ilgisini görmezlikten gelip işini yapmaya devam ediyordu. Fakat o her
seferinde bir yolunu bulup dikkatini çekmeyi başarıyordu. Çok güzel bir yüzü
olmasa da dayanılmaz bir cazibesi vardı. Nazik, yumuşak davranışlı kısacası bir
bayana nasıl davranılması gerektiğini biliyor ve bunu ustaca yapıyordu.
Gizemli, kendisini ona iten anlayamadığı bir elektrik vardı. Oysa genel olarak
baktığında tipi bile sayılmazdı.
İri gözlerindeki rimel biraz akmış, yüzü de solgun
görünüyordu. Saçlarını topladı, makyajını tazeledi. Yeni ütülenmiş beyaz
gömleğini dikkatlice ilikledikten sonra siyah önlüğünü bağladı ve barın
arkasındaki yerini aldı. Barmaid’liği sadece işi öğrenmek için yapıyordu.
Hayalinde dünyanın dört bir yanından ithal ettiği şarapları derleyeceği, sadece
şarap ve peynirin menüde yer alacağı butik bir işletme açmak vardı. Bunu en
iyi şekilde yapabilmek için de işin mutfağına girmeyi tercih etmişti. Ailesi
yeterince varlıklıydı fakat o, bu gücü kullanmak yerine kendi ayakları üzerinde
durmak istiyordu. Kısacası, onu barın arkasında gören çok yanlış tanıyordu.
Gelen siparişlere göre kadehleri doldururken gündüz yaşadığı
ve anlam veremediği olayı aklından temizlemeye çalışıyordu. Gerçi anlam vermeye
de çalışmıyordu, erkek milleti dedi
ve işin içinden çıktı.
“..... şişe ve iki kadeh lütfen!”
Ses tuhaf bir biçimde tanıdık geliyordu. İstenilen şişe çok
özel ve sadece bu şarap evine has 2000 yılına ait bir kırmızıydı. Ve bunu
sadece bir kişi içerdi. Kadehi barın diğer yanında duran müşterinin önüne koydu
ve bir el kadehinin üzerindeki elini kavradı.
“Bana eşlik eder misin?”
Devamı; Send'room 2
“Bana eşlik eder misin?”
Devamı; Send'room 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder