Nisan 17, 2012

Canını Sevdigim Okul


   Bahar gelmiş milletin yavaş yavaş gönül yayları gevşiyorken, benim yaylarım gevşemeden direkt yerinden fırladı. Zaten bir ayarım olsaydı şaşardım. Aylar süren karakış esaretinden sonra hava güzel hatta mis, insanlar sokaklarda gezip tozuyor, sevgililer her zamanki gibi yaz kış demeden sadece ortam farklılığı yaparak öpüşüp koklaşıyorlar. Ben ise bu güzel günde, üstelik bir pazar günü çok sevdiğim okulumda(!) yerdeki kareleri sayıyordum. Bir, ki, üjj, bejjj, sekis, onaltı, kırkbej.... Şans denen sözcüğün teğet dahi geçmediği günlerimden bir tanesindeyim yine, isyan başlasın!
   Entellektüel, dantellektüel olmak adına girmediğim şekil, değiştirmediğim renk, sentezlemediğim davranış kalmadı, adeta bukalemun olup çıktım. Hatta be sefer daha da beter oldum. Hayır yani benim neyime sertifikadır, paneldir, seminerdir, hemde haftasonu... Hoş, gerçi bana hergün haftasonu ya neyse...
   Mezuniyetimi en şaşaalı biçimde 40 gün 40 gece kutlayıp bir de yetmeyip 1001 gece daha kutlamayı devam ettiren ben, sadece mezun olmanın beş para etmediğini nihayet kavrayınca kendimi geliştirmek adına kimseye zarar vermeden yine türlü oyunlar oynuyordum. Lakin bu olayı diğerlerinden farklı kılan ve beni mutlu eden bir şey vardı ki, o da bu sefer yalnızlığımla baş başa olmamamdı. Kuşların cıvıldadığı, boğaz esintisinin kulakları tırmaladığı bu güzel bahar gününde benimle birlikte lanet puslu yerde tam 43 kişi vardı. Sağ baştan başlayarak itinayla saydığım amfide öğrencisinden çalışanına, ev hanımından, iş verenine kadar herkes bulunuyordu. Kırk bir, kırk iki yok kırk üç hayır olamaz! Derken gözüme çarpan cismi tanımlamaya çalışıyordum. Gözlerim gördükleri karşısında sarılıp, öpüştüklerini iddia ederken, aklım "olamaz" diye itiraz ediyordu. Mantığımla tartışmaya girip "gördüklerime mi inanıcam yoksa sana mı!" diyerek bu sefer kendime değil karşımda duran çifte lanet ediyordum. Zaten bir pazar günü erken kalkmışım, tüm sevimsizliğimle insan dahi görmek istemiyorum, adamlar sabah akşam dinlemeyip sarmaş dolaş karşımda oturuyorlar. Benim bulamadığım ne enerji varmış bu insanlarda...
   Toplamda 4 oturumun gerçekleşeceği bu güzel günde saatler geçmek bilmiyordu. Bir yandan ders dinleyip not almaya çalışıyor, diğer yandan da dışarda olup beni çağıran arkadaşlarıma laf yetiştirmeye çalışıyordum. Sonuç olarak "canım sıkılıyor, kurtarın beni" diyemezdim, kendim ettim yine kendim bulurum çaresini elbet. Saatler ilerliyor ama nedense 4 olmuyordu, sanki 1 dakikayı 5 dakika gibi yaşıyordum. Saate baktığım her zaman diliminde ancak aradan 10 dakika geçmiş oluyor fakat bana saat gibi geliyordu. Lanet olsun, mezun olsam da öğrenci mantığımdan hala kurtulamamışım. Etrafa sataşıyım diyorum, lakin etrafta tanıdık tek bir sima dahi göremiyordum. Okulda böyle miydi, canım sıkıldığında sataşacağım minimum 15 kişi bulabilirdim. Flashback yapan beynim sürekli okul yıllarımı hatırlıyor, sanki okuldan haziranda mezun olmamışım da, aradan bi 10 yıl falan geçmiş gibi geliyordu. Şimdi keşke üniversitemin Arnavut kaldırımlı yollarını elimde defterlerimle arşınlıyor olsaydım. Keşke bir gün bile "şu okul bitse de kurtulsam" demeseydim. Keşke o lafı söylerken dilimi eşek arısı soksaydı da güzelim yıllar bitmeseydi. Okulun değerini fazla erken mi anladım ne? Bu lafı söyleyeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi fakat; Ahh keşke öğrenci olsaydım! Canını sevdiğim okul sen ne güzeldin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder