Kasım 22, 2011

Felekten Bir Gün


Kalabalık ortamları her zaman çok sevmişimdir. Hatta kimi zaman bazı mekanlardan 'tenha' diyerek koşarcasına çıkmışımdır. Kalabalık ortamlar kimi insanı rahatsız ederken aksine beni daha çok dinamikleştirip üzerine de ehlileştirir. Çok bunaldığım zamanlar sakin olmak için bir başıma kalabalık yerlere gitmeyi tercih ederim. Kahvemi söyler, twitter haberlerini inceleyip ona buna salça olurum. Lakin bugün öyle bir yerdeydim ki ortamın aurası benim gibi insanı dahi bozup tek dişi kalmış canavara çevirdi.
Akşam her zamanki gibi ışığımı sabaha karşı söndürmüştüm. Aklımda ertesi güne programlanmış herhangi bir plan ya da çıkması muhtemel bir son dakika organizasyonu yoktu. Kısacası çok rahattım, yayıla yayıla akşama kadar uyuyabilirdim. Eski kapılar en yumuşak haliyle açılsa dahi öyle bir ses çıkarır ki, uykusu en derin adamı bile yerinden fırlatır. Aynen bu şekilde kapım açıldı ve ben "kim var orda!" diyerek yatağımdan fırladım. Aslında abartılacak fazla bir şey yoktu, gelen annemmiş. Lakin akşam uyumadan önce onun evde olduğu aklımdan uçup gitmiş. "İnsan annesini unutur mu hiç" gibi şeyler söyleyebilirsiniz, fakat aklı benim gibi beş karış havada olan bir insan için bu gayet normal bir şey olsa gerek. "Hadi Fulya, kalk kızım Kapalı Çarşıya gidicez"... Annem şaka yapıyor olmalıydı, ya da ben hala uyuyordum ve rüya görüyordum. "Anne sen misin?" sorum üzerine aldığım enteresan cevap rüyada olduğumu açıkça destekliyor gibiydi, "Noldu kızım tanıyamadın mı beni?". Evet kesinlikle rüya görüyordum hatta uykumun beşinci katmanındaydım. "Fulya saçmalama kızım kalk hadi geç kalıcaz", neye geç kalacağız, neden geç kalacağız? Hala rüyada olduğuma inanmak isterken, annemi tanıyamamış olmamın gözümde olmayan lenslerimden kaynaklandığını farkettim, lanet olsun! Ne yazık ki annem odamda ve uyanıp yataktan kalkmam için başımda bekliyordu. Beni kaldırmak adına atacağı ikinci adım, yorganı açıp sürüklemek olacaktı, bunu göze alamazdım... İçimden kendime söverek yatağımdan sessizce ayrıldım.
Havayı güzel görüp, bir kot bir kazak üzerime de kolları açıkta şişme bir mont geçirdim. Tabi çok yürüyeceğimizi göz önüne alarak spor ayakkabılarımı da giydim.Gardımı aldıktan sonra günlük maratonumuz başlamıştı... Eminönünün en kalabalık anında, Mısır Çarşısının göbeğine ayak bastık. "Anne hadi taksiye atlayıp, kapalı çarşıya gidelim". Bu teklifim annem tarafından kabul edilemez bir şeydi, hatta teklifini dahi yapmam büyük bir cesaretti. Kendisinin en büyük zevki Eminönü'nden başlayıp Kapalı Çarşı'ya kadar her dükkana göz ucuyla bakıp alacaklarına karar verdikten sonra, geri dönerken de gözüne kestirdiği en uygun malzemeleri sepetine koymaktır. Fakat böyle bir durumu benim ne çekecek halim, ne de buna dayanacak yeterli bir gücüm vardı. Ne yazık ki içinde bulunduğum durum annemin gram umrunda değildi. Yukarı doğru yürümeye başladık... Lakin ona buna çarpıp, kimine yere düşürür derecede omuz atarak katedilen yolda yapılan yürüyüşe ne derece yürüyüş denir gerçekten bilemiyorum. Bir şekilde Kapalı Çarşı'ya ulaşmıştık. Bir şekilde diyorum çünkü, gidene kadar aldığım darbeler, yediğim yumruklar ve ayağımın maruz kaldığı ezilmelerle birlikte 'bir şekilde' varabilmiştik. Lakin unuttuğum bir şey daha vardı, o da bu yolun dönüşü...  Acaba bir şey oldu mu eksik bir şey var mı diye kendimi şöyle bir yoklarken omuzlarımın ufak çapta acıdığını farkettim, ayaklarımı hissedemememden bahsetmeyeceğim bile. Annem beni teker teker alakamız olmayan abuk sabuk dükkanlara sokup pazarlık yapıyor, üzerine hiçbir şey satın almadan dükkanlardan aynen geri çıkıyordu. Pazarlık yapmak annemin en büyük zevkiydi, lakin o kadar pazarlık yapıp hiç bir şey almayınca da satıcıların verdiği surat ifadelerini izlemek de benim... Annem hesaplı kadındır. Neyi nereden alacağını iyi bilir, en kaliteli malzemeyi en ucuza getirirdi. Bu konuda her zaman babamın çok şanslı olduğunu düşünmüşümdür. Annem alacağını almış ve Kapalı Çarşı turumuz sona ermişti. Dışarı adım attığımızda da havanın ufaktan soğuduğunu hissettim. Zaman geçmiş, karnım acıkmış, hava soğumuş üstüne çişim gelmişti. Bundan daha leş bir durum olamazdı. Çünkü bulunduğumuz noktada değil bir cafe bulmak adam akıllı bir WC dahi bulamazdık. "Dayan Fulya, sık dişini kızım!" dedikten sonra annemin peşinden yürümeye, pardon sürünmeye başladım. Ne alacağını yukarı çıkarken tasarlayan annem, geri dönerken teker teker dükkanlara girip alacaklarını tamamlıyordu. Hemen hemen hepsinde 15-20 dakika geçireceğimizi hesaplarsak eve geri dönüşümüz toplamda 2 saate tekabül edecekti. Bu duruma ne bünyem, ne de psikolojim dayanabilirdi. Anneme karnımın acıktığını, üzerine de çok sıkıştığımı belirttikten sonra uygun bir yere girip karnımızı doyurmamızı teklif ettim. Bu teklifimi kibarca kabul eden annem sanki ben hiç onu uyarmamışım gibi dükkanlara girip çıkmaya devam ediyordu. Yaklaşık yarım saat dayandıktan sonra psikolojim daha fazla bu duruma müsaade etmeyerek istem dışı isyan etti ve sonuç, "anne yeteeeeeeeeer!!! karnım acıktı, çişim var anlamıyomusun! kime diyorum 2 saattir dayanamıyorum altıma yapıcam artık!!" söylediklerime çevremdekilerle birlikte kendim de şok olduktan sonra alışveriş yapmaktan gözü dönmüş annemi sonunda kendine getirebilmiştim. Evet, isyanım işe yaramıştı. Annem "Tamam kızım sakin ol haklısın bir cafeye girelim hemen" diyerek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Biraz daha yürüdükten sonra bilindik bir börekçiyi görünce çölde vaha bulmuş kadar sevindim. Bilindik bir yer, bilindik kalite ve bilindik bir tuvalet demekti... Tuvalet ihtiyacımızı giderip karnımızı doyurduktan sonra alışverişe kaldığımız yerden devam edebilirdik. Bu saatten sonra hiçbir şey umrumda olmazdı. Hava kararmış ve annemin bir adım daha atmaya takaati kalmamıştı. İşte bu saatten sonra bana yapılan eziyetlerin aynısını ben de ona yapabilirdim. Lakin bu işkenceci şahsın beni doğuran kişi olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, emdiğim süte ihanet etmem söz konusu olamazdı, her ne kadar kendisinden emmiş olduğum sütü burnumdan getirmiş olsa bile... Taksiye atladık ve kendi çöplüğümüze doğru yol aldık. Eve adım attığımızda elimizdeki poşetleri açıp, cebimizdekilere göz gezdirdikten sonra aldıklarımızla verdiklerimizin birbirini tutmadığını farkettik. Kısacası hesaplı ve kaliteli olsun diye gittiğimiz Eminönü-Kapalı Çarşı turu hesaplı olmaktan ziyade almayacağın şeyleri dahi görüp saldırınca, ufak çapta soyulmamıza neden olmuştu.

2 yorum:

  1. kendim için alışveriş yaparken saatlerce gezsem sorun etmiyorum; ama başkası için olunca her attığım adım sinir kat sayımın artmasıyla doğru orantılı oluyor. yine iyi dayanmışsın tebrik ederim.:)

    YanıtlaSil
  2. Dayanamadım ki :)) isyanımı sadece kibar bir şekilde yazabildim gerisini sen düşün :)

    YanıtlaSil