Aralık 29, 2011

2011'e Veda Ederken...


   İstiklal'in başındayım. Yukarıdan kalabalığa bakıyorum. Görüntü o kadar karışık ki, insan kafaları üzerinden bir ona bir buna atlayarak Tünel'de bulmak istiyorum kendimi, tıpkı çizgi filmlerdeki gibi. Depresifim, karamsarım, pasifim aslında basitim.
   Nedenler sonuçlar belli aslında, 2011 gibi bir gerçek varken ortada. Hemen hemen her insanın lanet ettiği, uğursuz bir yıl... Suçlamak istemiyorum onu. Sonuç olarak kabahatli olan o değil, biziz. Gerçek yaşamın arkasında var olan 'gizli el'in bize dayattıkları ve buna bağlı olarak gerçekleşen olaylar. 2011'in hiç bir suçu yok. Tek basamaklı olmak onun kabahati değil, sıralamanın suçu. Belki ona sorsaydık, 2010'un ardından gelmek istemeyecekti. Evet, suçluyorum aslında ÇEVREMİ. İnsanların bu denli duyarsız olmaları, bu kadar ruhsuz ve riyakar olmaları sadece sinirlerimi değil tüm vücut sistemimi bozuyor.
   2011 bana o kadar çok şey gösterdi ve öğretti ki, onu suçlamaya kıyamıyorum. En başta sabretmeyi öğrendim. Daha sonra insanları analiz edip, nasıl davranmam gerektiğini anlattı bana. Dinledim dediklerini, insanların gerçek yüzlerini gördükçe çıkardıklarım çok oldu hayatımdan. Aslında bir bakıma kaybediyor olarak görünsem de çoğaldım. Kaybederek özümü buldum bir bakıma. Benliğimi kazandım, gerçek 'BEN'i buldum... Kaza, bela karşısında soğukkanlı olmayı öğretti bana. Doğal afet karşısında yapılacak hiçbir şey olmadığını gösterdi hepimize 2011. Evet yapılacak hiçbir şey yoktu, bu yüzden yardımlaşmayı öğrendik. Elele verdik üzerimizdeki montları paketleyip, kamyonlara doldurduk. Her ne kadar kavga etsek de aslında kenetlenebildiğimizi gösterdi. Sonuç olarak hepimiz aynı milletin insanlarıyız, din, dil, ırk farketmez...
   Evet, suçluyorum aslında KENDİMİ. 2011'e bu kadar lanet okuduğum için utanıyorum. Durup bir an düşünmediğim için suçluyorum kendimi. Farkında değiliz aslında ne çok şey öğretmiş bize 2011. Pesimist biriyim özümde, fakat gerektiğinde bardağın dolu tarafından en iyi şekilde bakmayı da bilirim. Saygılar 2011...


Aralık 14, 2011

Bahtsız Bedevi


 Doğmadan önce beni uyarsalardı "Sen terazi burcu doğacaksın, aşırı dengesiz olacaksın!" diye, muhtemelen birkaç ay daha bekler en azından yay, bilemedin oğlak burcu olurdum. Lakin sakalım yok ki dinleteyim kendimi. Hatta sakalımın olup olmayacağını bile danışmadılar. Oysa sorsalardı bana sırf "Bende şans olsa anamın karnından erkek doğardım!" dememek için erkek doğmayı tercih ederdim. Bu ara öyle bir lanet var ki üzerimde şanssızlıklar bütünü peşimi bırakmıyor. Adeta dört bir yanımı pamuklara sarıp sarmaladılar. Karşıma gelen her zorluk ve her engel için "Bu sondur artık daha fazlasına yüreğim dayanmaz" dedikçe, yukardaki sanki beni EKG'ye sokmuşçasına kalbimi sınıyor. Son 15 gün içerisinde başıma gelmeyen kalmadı; işsizlik, hastalıklar zinciri derken bir de ölümün çizgisinden dönüp gelmem son noktayı koydu haneme, hemde yıldızlı olarak... Kendimi o kadar çaresiz ve zavallı hissediyorum ki elimde olsa hacı, hocaya hatta üfürükçülere gideceğim. İnanıp inanmamak arasında git geller yaşarken yine dengesiz ve kararsızlığımın bir başka türünü sergiliyordum. Durumuma son noktayı yine annem koydu, "Fulya kızım bir hacı teyze varmış nefesi kuvvetli, hadi kalk gidelim bi okusun seni, sendeki bu şanssızlık bedevide bile yoktur, hadi kalk!". Oturduğum yerden annemin bana söylediklerini teker teker değerlendiriyordum. Dinlerin varlığını, neden ve nereden çıktığını sorgulayan bir kadın olarak annem bana, hacı hoca teklifinde bulunmuştu. Kendisi ya benimle dalga geçiyor ya da durumumun vehametini kavrayıp ciddi bir şekilde endişelenmeye başlamıştı. Şaşkın gözlerle anneme "Ciddi misin sen?" diye sorduktan sonra ikinci seçeneğin doğru olduğunu anladım. Üstümü giyinip yanıma şeker, tuz, su aldıktan sonra hacı teyzenin yolunu tuttuk. 'Nefesi kuvvetli' diye tanımlanan her insanı beynim, korkunç, üç harflileri olan, tek dişi kalmış canavar gibi belli standartlara oturtmuş olsa da gittiğimiz teyze hiç de öyle değildi. Süper babaanne desem daha doğru olur herhalde. Yanına oturdum, derdimin ne olduğunu sordu. Annemin beni oraya götürme nedeni başıma gelen bu denli kötü olaylardan sonra bir okuyup üfletme olsa da, teyze öyle sorunca "Koca bulamıyorum teyze, biri bana büyü yaptı herhalde, efsunluyum bi el atsana şu olaya!" dememek için kendimi zor tuttum. İnsanın fikri neyse, zikri de odur işte... "Nazar var üzerimde, şanssızlıklar peşimi bırakmıyor" dedim. Hacı teyze kendine göre sayfalarını karıştırıyor, dualar okuyordu. Bir yandan da üzerimde çok göz olduğunu söyleyip esniyordu. Lakin hacı teyze esnedikçe ben de esniyorum, elimde olsa kıvrılıp koltuğun köşesinde uyuyacağım o derece.
   Hurafelere pek inanan biri değilim, fakat 'nazar' denen bir olgunun da var olduğunu düşünüyorum. Çünkü ne zaman biri bana karşı beğenisini söylese ertesi gün başıma birşey geliyor ya da zamanla etkisini gösteriyordu. Yapacak hiçbir şeyim kalmadığı için çözümü ben de hacı teyzede buldum ne yalan söyleyeyim. Burada da yaptığımın doğru bir şey olduğunu kesinlikle savunmuyorum. Ancak yukardaki kimseyi benim gibi çaresiz bırakmasın. Lakin son bir kaç haftadır öyle bahtsızım ki, bedevi bile benim yanımda şanslı kalır...

Aralık 01, 2011

Kaza 'Geliyorum' DER

   "Sonunun böyle olacağını bilseydim hiç dışarı çıkar mıydım?" diyerek pişman olduğunuz geceler çok olmuştur elbet. Lakin şimdi anlatacaklarım karşısında küçük çapta şaşkınlık geçirip, Allah korumuş diyebilirsiniz...
   Gayet normal, sıradanın ötesine geçmiş bir geceydi. 4 kız bir araya gelmiş, itiraflarla birlikte sohbetin dibine vurulan keyifli bir yemeğin ardından, kahve içmek için mekan değiştirdik. Bu geceyi diğerlerinden farklı kılan en önemli nokta ise gecenin içeriğine alkolün hiç dahil olmaması. Sıradan başlayarak sade, az şekerli, orta Türk kahvelerimizi söyledikten sonra sigara içmeyen 3 kişi nereden geldiğini bilemediğim sağlığa zararlı o çubukları tüttürmeye başladılar. Hiç sigara içmeyen tek kişi olarak aralarında bulunmam tesadüften ziyade pasif içici olmamın kaçınılmaz bir sonudur. İçsem zaten ne yüreğim gam yer ne de üzerime sinen koku yüzünden kıyafetlerim isyan eder. Ne yazık ki her defasında olduğu gibi bu sefer de kandırılmıştım, tıpkı yeni olgunlaşan iyi niyetli bir genç kız gibi... Biraz sinirli biraz gülen yüzümle nihayetinde kahveleri bitirip, evlere dönmeye karar verdik. Bizi teker teker evlerimizden toplayan arkadaşımın yan koltuğuna yerleştim. "Ben çok iyi co-pilotum len sen biliyor musun?" diye havamı yaptıktan sonra hakikatten benim yardımcı pilot olmama ciddi bir şekilde ihtiyaç duyduğunu fark ettim. Lanet olsun, arabası yeni ve şoför henüz acemiydi. 'Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete' misali çıktığımız yolda eve dönmeyi umut ederken şoförden gelen teklif karşısında kalbime bir şeyler olmaya başlamıştı. Ne yazık ki arabasını yeni alan şoför bizi biraz dolaştırmak istiyordu, hevesini kıramazdık... Ufak tefek "hızlı gitme, dur, önüne bak, fren yap!" gibi müdahalelerimle şehir içinde biraz turladıktan sonra, şoför iyi kullandığını zannedip şehirler arası yola attı kendini. Gerçi sadece kendisini değil hepimizi... Bizim memleket ayazıyla meşhurdur. Özellikle geceleri sıcaklık neredeyse sıfıra düşer, çiğ yağar ve yerler kayganlaşır. En profesyonel sürücünün bile kaza yapmışlığı çoktur. Bir yandan bunları düşünüp bir yandan da co-pilotluğumu en iyi şekilde yapmaya çalışıyordum. Lakin müziği son ses açıp abuk sabuk hareketler yapan şoförün ne yazık ki sikinde bile değildim. Bir yandan bu arabaya binen aklıma sövüyor, öte yandan da arabada iki kardeş olduğumuzu hatırlayıp bize bir şey olursa annemlerin ne yapacağını hesap etmeye çalışıyordum. Bu şekilde bir kaç km ilerledikten sonra etraf birden sis oldu, görüş mesafesi denen bir şeyin varlığından söz dahi edilemezdi. "Yavaşla, dur..." gibi kelimeleri şoföre heyecanlanmaması için sakin bir dille ifade ettikten sonra şehir içine sağ salim dönmüştük. "ohh be kelleyi kurtardık..." gibi cümleleri içimden teker teker geçirdikten sonra hızını alamayan şoför bir de köy yoluna çıkmaya karar verdi. Köy yolu dediğimiz, yazlıklarla şehiri bağlayan keskin virajların olduğu bom bok ötesi bir yoldur. Lakin bu yolun neresinden dönersen o yol şehire çıkar. "İlk dönüşten döner" dedim dönmedi, "bir ileriki dönüşten dönecek" diye telkin ettim kendimi, yok dönmedi. Yola hala devam ediyordu. Daha ne kadar gideceğini hesapladıktan sonra yerlerin mucur olduğunu fark edince bu yoldan geri dönüşümüz olmadığını anladım ve emniyet kemerimi bağladım. Yüksek ses, sigara yakmaya çalışan tipler, dikkatsiz şoför derken sanki olacakları anlamış gibi o anki hislerimi twitterda paylaştım "şu an hayatım tehlikede, bu son tivitim olabilir hepinizi çok seviyorum..." Olayı biraz dramatikleştirmiştim ama "ölürsem arkamdan konuşulacak bir şey olsun da akılda kalayım bari" diye aklımdan saçma sapan şeyler geçiriyordum, evet akıl sağlığım yerinde değildi. Yazdıklarımı ciddiye alan bir arkadaşım beni derhal aradı. "Öyle bir şey yok tabi şaka yaptım..." gibi sözlerime devam ederken şoförün telefonu çalmaya başladı. Zaten dikkatsiz olan sürücü telefonuna müdahale etmeye çalışınca direksiyon hakimiyetini ufaktan kaybettiğini hissettim. "Boku yedik lan önüne bak!" dememe kalmadan mucurlu yolda virajı alamayıp arabayı kaydırmıştı. Bazen zaman öyle hızlı geçer ki nasıl geçtiğini anlamazsınız. Fakat böyle durumlarda belki de saniyelik gerçekleşen olay sanki ağır çekimdeymişiz gibi yavaş yavaş ilerliyordu. Kaymaya başladığımızı fark ettim, duracak diye umut ederken mucurlu olan yolda durmamızın imkanı olmadığını hatırladım. Çığlıklar, direksiyonu bir sağa bir sola çeviren şoför derken bir, iki, üç... Araba sonunda durmuştu, ben alt taraftaydım. Aklımdan geçenler; "bende bir şey yok, ablam nasıl?, sesini duydum o iyi, diğerleri nasıl?, evet herkes inliyor iyiyiz, acaba kırık çıkık baygınlık var mı?" Emniyet kemerimi çözdüm ve askıda olan vücudum yere düştü. Tarlanın ortasında, uçsuz bucaksız yolun nerede olduğunu dahi göremeyen 4 kız olarak şarampole yuvarlanıp takla atan arabadan sağ salim kurtulabilmiştik.
   Her şey anlıkmış bu hayatta, 1sn içerisinde bile nefesiniz kesilip yok olabilirsiniz. 
   İşin acı gerçeğini ertesi gün kaza yaptığımız aracı görmeye gittiğimde fark ettim. Arabayı görünce "Allahım sana şükürler olsun" diyerek bin bir türden şükür duaları okuduktan sonra kendime gelerek aracı incelemeye başladım. Jandarmanın "Şoför yanındaki nasıl kurtuldu?" dediği araçtan sağ olarak çıkmıştım. Sağ ön taraf komple ezilmişti, emniyet kemerim olmasaydı belki de bu yazıyı yazamıyor olacaktım. Lakin henüz bir yere gitmedim, benden daha çekeceğiniz varmış :)
   Şu hayatta iyisiyle kötüsüyle her şey bizim için. Kimseyi kırmaya, üzmeye gerek yok. Evet, ne yazık ki bu söylediklerimi böyle bir olay yaşamasaydım şu an dile getirmezdim. Fakat elimdekilerin değerini daha iyi anlayıp hayata ayrı bir şekilde bağlandım. Nefes almak gerçekten güzel...