Günler ayları, aylar da yılları neredeyse takip edecekti ki, şansıma lanet ettiğim her dakikanın ardından bu sefer benim de yanağıma şans öpücüğünü kondurdu. Bana ilk önce bir masa verdiler, sonra önüme de bir laptop koydular "takıl sen burada ileride nasıl olsa canın çıkacak" dediler, "olsun ben razıyım boş durmaktan iyidir" dedim. Sonra bir süre geçti hakikatten oturuyorum bir şey yapmıyorum. "Olur mu yaw ben nasıl dururum oturduğum yerde, hiç bana göre değil!" diyerek klasik isyanlarıma başlamıştım ki, "pasaportunu getir yurt dışına gidiyorsun" dediler. "Yok daha neler!" dememe kalmadan vizem 2 gün sonra elimdeydi. Bir sonraki gün de uçağım, rotamız İngiltere!
Şaka tamam şaka, abartıyor olabilirim ama bu sefer yemin ederim fazla değil ama neredeyse olaylar bu kadar hızlı gelişti. Geçen hafta eğitim için genel müdür de dahil olmak üzere üç kıdemli insan ve ben İngiltere'nin puslu, kasvetli, bir o kadar da serin havasındaydık. Siz burada cayır cayır yanıyorken ben orada soğuktan deri montu üzerimden eksik etmedim. Lakin ne yalan söyleyeyim soğuk hava bu yaz sıcağında çok iyi geldi.
Efendime söyleyeyim beni tanıyanlar bilir sıcak kanlı insanım lakin henüz yeni olduğum için şirketin bir kısmıyla kaynaşıp diğer kısmıyla kaynaşmak üzereyken, kaynaşamadığım kısımdan şahıslarla yurt aşırı seyahate gitmek beni delicesine korkutuyordu. Genel müdürümüz çok şeker bir insan, bir o kadar da şakacı (bu noktada kendisinin Trabzonlu olduğunu söylemeden geçemiycem), her ne kadar böyle olsa da sonuçta ağır top, insan ister istemez korkuyor. "Üç ağır top ve ben, bu eğitim nasıl geçer yeaaa!" diye isyanlardaydım ki, uçağa bindikten sonra aklımdaki bütün her şey uçtuuu gittiiii......
to be continued....