Ekim 31, 2011

Sen Degil Ben

Kendimi kimseye anlatmak zorunda değilim, kimse de bana kendisini anlatmak zorunda değil. Zaten herkes kendisi için yaşasa ne sorun kalacak ki şu fani dünyada. Banane senden, ya da benden sanane! Benim yaptıklarım, konuştuklarım seni ilgilendirir mi? Ya da seninkiler beni? Bu şekilde düşünmeye başladığım günden itibaren, hayat sanki daha da kolaylaştı benim için. Sanırım düzeni kendimce çözmüş bulunuyorum. O ne dedi? Bu ne dedi? Ne söyledi, ne yaptı, ne yedi, içti, sıçtı vs... U m r u m d a DEĞİL! Sadece "BEN" varım bu hayatta. Herkes kendisi için var... Belki bencilce bir konuşma bu, hatta "çok bencilsin" dediğinizi duyabiliyorum. Aslında durum böyle değil. Her şeyde varım, her şey için varım, yeterki kendime bir faydam dokunsun. Çünkü kişi ilk önce kendisine faydalı olursa ancak bunu çevresine yansıtabilir. Kısacası zincirleme bir olay bu, meşhur Meksika Dalgası gibi. Benden sana, senden ona, ondan şuna, buna... "Kendim" dediğin her an aslında "herkes" oluyorsun. "İlk önce ben" dediğin her dakika aslında bütünlük duygusuna kapıldığın yeni saniyeler oluyor. Konuşmalarım size Polyanna gibi gelebilir. Hiç bir zaman Polyanna olmadım hatta aksine çoğu zaman karamsarım. Hatta bugünlerde ruh halim extra karamsar. Ama durun ve söylediklerimi iyi düşünün, bana hak vereceksiniz. Aslında gerçek olan düzen bu...

Ekim 24, 2011

(......)

Hayat, insanı sabrıyla dener, test eder, onaylar ve piyasaya sürer. Bunu farkedebilen kimileri hissettiklerine göre davranır, bazıları ise sırf bu hisler üzerine hayatını kurar. Aşırıya kaçmamakla birlikte hisleri kuvvetli bir insanım. Fakat hissettiklerime adapte olmuş bir şekilde hayatımı sürdürmem. Sabah kalktığımda bulunduğum modum genelde bana iyi ya da kötü bir şeylerin haberini verir. Enerji denen bir gerçeklik içerisinde yaşamın etkilediği, bize yolladığı sinyaller insanın ruh halini biçimlendirmekte ve buna göre dönemsel olarak kişi davranışlarını etkilemektedir. Geçen haftada beni etkileyen öyle bir enerji vardı ki, hiçbir şeye tahammülüm yoktu. Bununla birlikte olur olmaz her şeye bağırıp çağırıyor, tekrarlanan her cümle sinirlerimi bozuyordu. İyi olmadığımın farkındaydım, ama tam olarak nedenini bende bilmiyordum. Ne yazık ki etrafımda olan pek çok kişiyi bu yüzden üzdüm, kırdım... Sonuç olarak mutsuz olan ruh halimi daha da mutsuzlaştırıp, ruhsuzlaştırdım. Geceleri başımı yastığa koyduğumda, düşünceler içerisinde boğulmaktan sabaha karşı yorgun bedenim anca uykuya dalabiliyor, ancak 3-4 saat uyuyabiliyordum. Gerçi durumum hala çok farksız sayılmaz. "Nasıl bir hafta bu!" diye kendime söylenirken birden ülke olarak çok kötü günler geçirdiğimiz aklıma geldi. İlk önce 24 şehit, ardından Van'daki deprem... Karamsarlığımın nedenini yavaş yavaş bulmaya başladım. Bütün bir hafta içinde bulunduğum durum hissettiklerimden kaynaklanıyordu ve nitekim ortaya çıktı. Şimdi rahat mıyım peki? Ne yazık ki hayır, sanki bir şeyler daha olacakmış gibi geliyor. Umarım hislerimde yanılıyorumdur. Ülke olarak çok zor günler geçiriyoruz. Hepimizin kenetlenip, sabırlı olup, koordine olması gerekiyor. 99 depremini yaşamış biri olarak şunu söylemek istiyorum; Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Boşnak, Arnavut fark etmez, hele ki deprem gibi ciddi bir doğal afet durumunda. Ülke olarak hepimizin başı sağ olsun, gerçekten diyecek bir şey bulamıyorum çok üzgünüm...

Ekim 20, 2011

Kadıköy Vapuru


   Fakirlik... Şu fakirliğin gözü kör olsun derler ya, benimki tam da o hikaye. Kaçıp gitmek, yok olmak istiyorum, bu evden, bu semtten, bu şehirden... Asu, çok hoş bir bayan. Fakat arada sevgi olmayınca güzelliği beş para etmiyor benim için. O gün odamdan dışarı hiç çıkmamıştım. Salondaki karmaşayı, Asu'nun heyecanını hiç eksiksiz işitiyordum. Kendimle baş başa kalmışken mahvolmuş hayatımı gözümün önünden geçiriyordum, birden kapı açıldı. Ortadan ayrılmış sıkı sıkı toplanmış saçları ve kırmızı rujuyla Asu karşımdaydı.
   -Sevgilim çok mutluyum, düğün günümüz yaklaşıyor, heyecanımı bir türlü yenemiyorum. Sen ne yapıyorsun burada yalnız?
   -Sorma canım, bende çok heyecanlıyım. Düğünü düşünüyorum!
    Annemle babamın marifetiydi Asu'yla evlenmek. Dağılan mal varlığımızın, iki ailenin izdivaç vesilesiyle bir araya gelerek toparlanacağını zannediyorlardı. Fakat benim mutluluğum kimsenin umrunda değildi. İskeleye gitmek şuanki en büyük arzum. Gerçek sevgiyi yaşamak istiyorum. Yeni ördüğü beyaz kazağıyla yüzünden nur saçan "Vapur"u görmek istiyorum. Omuzu ile kulağı arasına bakıp "kaçalım!" diye haykırmak istiyorum. Oysa ne güzel günlerdi. Her sabah iskeleye koşa koşa gider 8:15 vapurunda bir araya gelirdik. Ufak bir tebessüm, küçük bir kaş hareketi yeterdi anlaşmamız için. Konuşmasak bile herşeyimizi bilirdik, isimlerimiz harici... Ama benim için onun adı "Vapur"du. Hiç bir zaman adını öğrenemeyeceğim "güzellik"! Sinemada bile beraber olup da ayrı olduğumuz "afet"! İskelede beklerken gözlerinin içine bakamadığım "Vapur"!
   -Ne düşünüyorsun sevgilim? Biliyorum heyecanlısın ama bu kadar karamsar olma! Çok mutlu olacağız...
    Asu kendi kendine konuşup hayaller kuruyordu, ben ise sadece düşünüyordum. "Vapur"un son hali hiç aklımdan çıkmıyordu. Her zaman buluştuğumuz yerde onu yalnız bıraktım, oysa uzaktan onu gizlice izliyordum. Bir süre sonra o da umudu kesmiş, artık 8:15 vapuruna gelmiyordu. Çok büyük kötülük etmiştim ona. Fakat başka türlü vazgeçiremezdim onu kendimden. Keşke şimdi yanımda Asu yerine "Vapur" oturuyor olsaydı. Gözlerinin içine bakıp ona aşkımı ilan ederdim. Vapurda karşısına değil yanına otururdum. Omzu ile kulağı arasına değil, gözlerinin içine bakardım. Semih'e hitap etmem o'na hitap ederdim. Ona doya doya sarılır, "SENİ SEVİYORUM!" diye haykırırdım.
   -Ahh Vapur! ahh...
   -Ne vapuru Ali? Bir yere mi gidecektin?
   -Evet Asu... Müşteri çağırmıştı bankaya gitmem lazım.
   Ceketimi alıp, arkama bakmayarak koşar adımlarla kendimi iskeleye attım. Belki kaçan "Vapur"u yakalarım diye...




 Not: Bu yazıyı eski ders ödevlerimi toparlarken notlarım arasında buldum. Kendisi 3 Mart 2008 tarihinde tarafımdan yazılmış olup, ayıptır söylemesi zamanında yüksek bir puan almıştır. Umarım eski türk filmi kıvamındaki bu yazımı beğenmişsinizdir. Sevgiler...

Ekim 12, 2011

Heyy!!! iliski, Sana N'oldu ?


Tarih tekerrürden ibaret derler. Onu bunu bilmem ama kendi tarihim tekerrürünün şans oyunlarıyla oynuyor, bıktım artık. Nasıl bir tarihim varsa hep aynı bokun değişik renklerine konuyor. Şanssızlığım bana türlü oyunlar oynarken akıp giden hayat ayrı bir yandan koyuyor. Tam kafayı çizmek üzereyken de hasret çektiğim yeni hayatım benden koşar adımlarla uzaklaşıyor. Ulan hayatım bile bana sırt çeviriyor, adeta surat yapıyor şerefsiz, ben şimdi kimlere dert yanayım, nerelere gideyim!
Bu millet gerçekten çakal olmuş. Kendilerince isim verdikleri 'yeni dönem ilişki' akımı ortaya çıkarmışlar. Kısacası arada anlayış falan kalmamış, almış başını gitmiş. Şimdi "nerede o eski bayramlar" dercesine bakıyorum etrafıma. Yeni nesil ilişkileri cidden anlamaya çalışıyorum. Anlam yüklemeye çalışıyorum ama aklım almıyor, ben çok geride kalmışım çoook. Dünyanın çivisi çıkmış resmen. İnsanlar arasındaki ilişkiler değişmiş değişmiş adeta bom bok olmuş. Erkeklerin kızlardan, kızların erkeklerden beklentisi abuklaşmış, enteresan bir hal almış. Eskiden böyle miydi? Kız tarafı naz yapar erkek kovalar. Sonra çıkarlar mutlu mesut yaşarlar, tabi bir süre(!) zaman geçtikçe bir taraf kaçar diğer taraf kovalar, bu denge de değişir tersine döner derken kedi köpek olup birbirlerinin ağzına sıçarlar ve nitekim ayrılırlar. Oysa şimdi böyle mi? Millet bir acayip olmuş, ne kızlar kaçıyor ne de erkekler kovalıyor kimin eli kimin cebinde belli değil. Birini buldum diyorsun, "işte bu!" diyorsun bir bakmışsın sevgilisi var, sana söylememiş. Öte yandan bir de utanmadan arkadaşın aşklarına yan gözle bakılması durumu var tabi o hepsinden iğrenç. Zaten var olmayan ya da olup yok olmaya yüz tutan saflığı insanlar bu şekillerle birbirinden çalıyor. Ben mi eski kafa kaldım millet mi modernleşmiş bu arada diye düşünürken, tek bildiğim gerçek hiç birinin bana uymuyor olması. Sanırım uzun zamandır sap takılmamın nedeni de bu. Bu değişim sürecinde ben nerede miydim? Tabi ki o sırada aptal aptal takılıp, önüme gelen bütün kısmetlere arkadaş gözüyle bakarak, yeni yalnız hayatıma adapte olmaya çalışıyordum. Hatta kendimi o kadar kaptırdım ki bütün arkadaşlarımla kanka modu takılarak resmen kendime bir fedai ordusu yarattım. Eski sevgililerimden birini dövdürmeye kalksam en az 30 kişi bulurum yemin ederim. Zira şu sıralar hayatıma fazlasıyla adapte olmuşken artık bir değişime ihtiyaç duyduğumu farkettim. Ama bu sefer de ilişkiler almış başını yürümüş, sanki mutasyona uğrayıp başkalaşmış. Güven denen şeyi ara da bul, nerede.... Denedim yani denemedim değil elim armut toplamıyor benim de, lakin son bir kaç teşebbüsümde elimin altından hep bir ex ya da yabancı sevgili çıktı. Şimdi kara kara düşünüyorum "ne bok yiycem" diye. Ya kocasız bir şekilde kariyer yapıp Ajda Pekkan misali bir dirilikle hayatımı sonlandıracağım, ya da bir şekilde bazı şeylere kulaklarımı kapatıp idare etmeye çalışacağım. "Siktir et yaa, ne uğraşıcam!" Her genç kızın zamanında öküze tapmışlığı vardır misali benim de yıllarımı çürüttüğüm bir gerizekalı oldu tabi. Bu saatten sonra bir öküze daha yıllarımı veremem. O yüzden mi, kariyerimi yaparım keyfime bakarım arkadaş !

Ekim 04, 2011

Kime istiyorsan O'na Söyle


Nefret, tiksinti, iyi görüntü ama beş para etmez ruh... Yazık, kendine zararı var bari çevresindekilere el sürmesin. Aklında, ruhunda, tabiatında bulundurduğu tüm bakterileri, virüsleri içinde barındırsın da çevresine kusmasın. Gerçekten bu kadar hata yaptığının farkında mı acaba? Bilinçli mi yapıyor ya da bilmeden mi yapıyor, gerçekten beynini açıp, hücrelerini teker teker kontrol etmek istiyorum. Bir insan nasıl bu kadar bencil olabiliyor, aklımın içi almıyor. Sonunda olan yine çevreye oluyor. Belediye bile verdiği rahatsızlıktan dolayı özür diliyorken, insanlar nasıl bu kadar duyarsız, ukala, bencil olabiliyor. Bu kadar mı tatmin edilemeyen yüksek egolara sahip? Yazık ki ne yazık, doyumsuz egolar ve hep daha fazlası... Açlık dürtüsü ve ne bulduysa saldırma hissi. İşte asıl hayvanlık budur !!

Ekim 03, 2011

Bana Bir Günlügüne Lokomotif Verseler

Bugün tarihi Cumhuriyet Treni'ne dokundum... Makinist bölümüne girdim ve hayallere daldım... Koskoca bir demir parçasını, ray dediğimiz iki çubuk arasında belli rotalar içerisinde idare etmek nasıl bir şey acaba diye düşünürken, aslında insanlara hiç yabancı tabirler olmadığını fark ettim. Sonuçta biz de hayatımızı belli sınırlar çerçevesinde idame ettirmiyor muyuz? En özgürlükçü adam bile, bir yerde illa ki "alem ne der" diye düşünüyor... İşte bu duygular içerisindeyken kendimi uçsuz bucaksız tarlalar üzerinde, sadece iki ray arasında uzanan rotada seyir halindeyken buldum. Fakat kendimle baş başa kalıp düşünmek hiç iyi gelmiyor diye aklımdan geçirirken, iç sesim devreye girerek "Yanına alacağın üç şey ne olurdu?" diye sordu. Yine piçlik damarlarım tutmuştu. Fazla düşünmeden aklımdan geçen ilk şeyi söyleyerek "Johnny Depp'i alırdım" dedim. Fakat onun bir korsan olduğunu hatırladıktan sonra "siktir et, karada işe yaramaz" dedim ve bir kenara bıraktım. Yılların aşık olduğum Johnny Depp'i bile fayda etmemişti. Sonuç olarak koskoca treni idare ediyordum, benden alası olamazdı. Bir süre daha düşündüm, illa ki yanıma alacak bir şey bulabilirdim. Brad Pitt'i aklımdan geçirdim, yalnız oldum olası sarışınlardan hoşlanmam ne bileyim böyle çocuk gibi geliyorlar bana erkek dediğin esmer olacak, yapılı boylu poslu olacak. Onu direk eledikten sonra bir de Türklere göz atmaya karar verdim. Popüler olan bir kaç ismin en başını Kıvanç Tatlıtuğ çekiyordu. Ne yazık ki o da sarışındı, hiç düşünmeden Burak Özçivit'e gözümü çevirdim. Yalnız aklımdan geçenlere göz çevirmek değil, alenen göz dikmek denir. "Hayal benim değil mi lan! istediğimi yaparım" diyerek hemen yanıma aldım Burak'cığımı. Allah boş gününde yaratmış derler ya, bir insanın ağzı burnu kaşı gözü bu kadar mı biçimli yerli yerinde olur! Diye düşünürken tekrar hayalime geri döndüm; ben treni idare ederken o da yanımda, sarılıyoruz, öpüşüp koklaşıyoruz.......... derken tren raydan çıktı. Ulan hayal kurmasını bile beceremiyorum, hayal gücüme sıçayım !! Kaza yapmanın neredeyse imkansız olduğu yerde hayal bile olsa ben onu da yaparım, ya raydan çıkarırım ya da bir inek sürüsüne çarparım. Cenabetlik değil mi, hayalimde bile gelir bulur beni. Kendime söylenerek Burak'ı da bir kenara fırlattım o da işe yaramayacaktı. Dere tepe düz, yolumda ilerliyorum. Yalnız başıma olmak hepsinden daha hayırlı, aynen şu anda olduğu gibi. Bir süre daha ilerledim. Yalnız geçmişten hıncımı alamadığım bir kaç insan, ki insan demeye bin şahit ister (kısaca ben öküz diyorum), aklıma geldi. Aniden treni durdurdum. Hayal değil miydi, düşündüğüm anda hepsi yanımda bitti ve önümdeki raylara işledikleri suç sırasına göre bağladım. Hepsi bana teker teker yalvarıyor, "biz yaptık sen yapma, etme, eyleme" diyodu, hatta içlerinden biri işi ilerletti gözümün yağını bile yedi. Şöyle pislik bir bakış fırlattıktan sonra "geberin lan pezevenkler!" dedim ve lokomotifin başına geçtim. Gerçek hayatta alamadığım hırsımı nihayet alacaktım, bu fırsat kaçmazdı. Anahtarı çevirdim ve kontağı çalıştırdım. "Trende kontak mı olur lan" diye kendime küfrederek arkamdaki kazana üç-beş kömür fırlattım. Ağır ağır ilerliyordum... Önümde dizilmiş prens görünümlü piçleri gördükçe içimdeki canavar fırlıyor, adeta gözümü kan bürüyordu. Kurduğum komplo teorilerinin yanında Testere'ye bir film daha çevirirdim, yemin ederim. Hepsine sesimi kısarak "Make your choice" demek de ayrı bir zevkti. Lakin raylara bağladıktan sonra başka bir şans sunmak kadar pislik bir şey de olamazdı. Kurduğum hayal beni mest ediyor, sevinçten adeta kendimi bulutların üzerinde hissediyordum. Derken bir ses "hadi Fulya, karnım acıktı kızaaam in de ciğer yemeye gidelim" dedi. Hayalimin en derin yerinden boğulmak üzereyken irkildim. Bana seslenen en yakın kız arkadaşımdı. Sövsem bir türlü sövmesem bir türlü diye karar aşamasındayken, irkilmenin vermiş olduğu kızgınlıkla  "ulan gerizekalı, iki dakika hayal kurdurmadın! bok ye!" diyerek hiç suçu olmayan birinin daha kalbini kırmış oldum. Oysa arkadaşım acıkan karnını doyurmaktan başka bir şey istememişti. Kahretsin yine kendim ettim kendim buldum. Sonuç olarak hayal kurmak bana hiç yaramıyordu, hemde hiç!!

Cumhuriyet Treni - Edirne
Her ne kadar boyanmış, temizlenip paklanmış olsa da bir süre sonra örümcek ağları sarıyor her bir yanını. Tırmanıp çıkarken elime bulaşan toz kırıntıları, basamaklardaki pislikler derken tepede buldum kendimi. Cumhuriyet Treni'ydi ne de olsa, saygıda kusur etmemek gerekiyordu. Ben de bu saygıya istinaden tozları şöyle bir üfleyerek elimdeki peçete parçasıyla üzerini sildim. Hayalim de o tozlar gibi uçup gitti... Bana da sadece üzerinde bu pozu vermek düştü.